Eleştiri
Kings
Esasında birkaç kötü filmi kısa kısa konuştuğum yazılardan birinde ağırlamayı düşünüyordum Kings’i. Fakat Deniz Gamze Ergüven ile aramda öyle bir bağ var ki, bu rezaleti hak ettiği yere gömmemek hem size, hem de sayın “yüksek ağaçlar rüzgâr alır” Ergüven’e haksızlık olurdu. Efendim, neresinden başlasam da bu hadsizlik yapıtının hakkını teslim etsem karar veremiyorum. Bir kere artık şundan eminiz; kendini bir vizyoner olduğuna feci hâlde inandıran, adını tekrar ederek çok kredi vermek istemediğim mevzubahis yönetmen/senaristimizin yetkisinin sınırlarını bilememe gibi büyük bir problemi var. Kendini yetiştirmiş insan evlatları olarak nasıl ki üzerimize düşmeyen, hakkında fikir sahibi olmadığımız ve empati kuramadığımız meseleler hakkında çenemizi kapamayı biliyorsak, ben çok daha büyük kitlelere ulaşan hikâye anlatıcılarının da aynı farkındalığa sahip olmasını arzu ediyorum. Fakat bu şahısın Mustang’de batılı izleyiciyi bir şekilde yakalamış, düpedüz sağır ve kör Türkiye resmine gelen alkışlarla bir anda yükselip okyanusun diğer tarafını alakadar eden, hiçbir ortak payda yakalayamayacağı bir kültürel geçmişi biliyormuşçasına, tekrardan kamera arkasına geçeceğini hiç kimse tahmin edemezdi sanıyorum. Gerçi “hiç kimse” çok abartılı bir beyanat oldu. “Bir Bulgar eleştirmen bize oryantalist dedi, Türkiye’deki tüm eleştirmenler de onu takip etti.” gibi içler acısı bir açıklamada bulunabilmiş birinden bahsediyoruz ne de olsa. Ama umurumuzda mı? Hayır. DGE’nin (bak bu kısaltma iyi oldu) ipliği kısa sürede pazara çıktığı için bir nebze üzülüyor muyuz? Asla. Ülkemizin yeni Mahsun Kırmızıgül’ü bu damar tuttu madem, ben biraz Kathyrn Bigelowculuk oynayayım derken doksanlı yılların başında Los Angeles’ta gerçekleşen ırkçı gerginliği perdeye taşıyor taşımaya çalışıyor. Tabii şahsına münhasır uygunsuz melodramları, yerli dizi mantığı ve SADECE ÇOK SEÇKİN VİZYONERLERİN GİDEBİLDİĞİ FİLM OKULU sayesinde oluşturduğu şimdiden kabak tadı veren estetiğiyle. Uyku ve masumiyeti bir araya getirerek bunun üzerinden görsel çağrışımlar yapma konusundaki ısrarından tutun gerçeklik duygusuyla oynayarak çağ dışı mağdur edebiyatına yine göz kırptığı o hayal sahnesiyle DGE bir kez daha, çoğumuzun daha en başında anladığı şeyi hatırlatıyor: Bir yönetmen olarak tek derdi “Farkındayım.” diyebilmek. Kulaktan dolma bilgilerle yarattığı baştan aşağı problemli masalı yiyen birileri olmuştu. Ama bu Kings adındaki kepazeliği üçüncü dünya ülkelerinden çevirme eleştiriler okuduğunu iddia ettiği biz yerli sinema ahalisi dahi kurtaramayacak ne yazık ki. Ben biraz madem karşımızda böylesine yolunu kaybetmiş biri var, Mustang zamanı biletimizi kesip teşhiste bulunmuş DGE’nin tonal enkazından sonra vardığım bir gözlemi de paylaşmak istiyorum. Umursadığına kati surette inanmadığım insanlarla ilgili bu kadar baştan savma öyküler anlatıyor olmasının tek sebebi sadece bir anlatıcı olarak modern dünyada, bir şekilde kapak attığı uluslararası sinema platformunda isim yapmak olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla karşısındaki kişinin ya da ele aldığı toplumun düşünce ve duygularını anlama yoksunluğu yaşayan DGE ile ilgili teşhisi Karl Birnbaum beyefendinin çalışmalarında bulabileceğinizi belirtmek isterim. Bir sonraki maskaralığında görüşmek üzere, şimdilik hoşçakalın.
Fesat Mukayese: Berivan > Kings