Eleştiri
A Star Is Born
Artık ödül sezonunun önemli bir parçası hâline gelen uluslararası Film Twitter, A Star Is Born güz festivallerinde seyirci karşısına çıktığından beri Lady Gaga’nın adını şakıyor. Dolayısıyla bu yeni filme serinin daha evvel Barbra Streisand (gelmiş geçmiş en büyük gay ikonu), Judy Garland (queer kültür demlenirken gay ikonu) ve Janet Gaynor (özel hayatı afişe olunca atanan gay ikonu) tarafından canlandırılmış karakterine, tüm kariyerini gökkuşağı renkleri üzerine kurmuş bir sanatçı olarak nasıl bir yorum getireceği üzerinden değerlendirmeye almamızı hoş karşılıyorum. Önceki filmlere az çok aşinaysanız bu ne bir star yaratma filmi, ne sektörün içerisinden bir göz kırpma, ne de sınırları aşan bir aşk öyküsü. Esasında erkek başrolünün etrafına parıltılı cisimler ve bedenler yerleştirerek onun günahlardan arınmasını izletmek isteyen bir anlatı. Clint Eastwood’tan Bradley Cooper’a paslanan yeni versiyonda da hikâyenin hedef şaşırtan tüm düzenbazlıkları törpülenmiş ve A Star Is Born’un asıl starının kim olduğunun altı çizilmiş. Yalnız Cooper ile bu rol için uygun gördüğü Lady Gaga’nın valsinde yolunda gitmeyen şeylerin sayısı epey fazla ne yazık ki. Bir kere genç ve pasaklı twinklerin (bu tabire bayılıyorum) abartması olarak ele alınabilecek, baştan aşağıya sentetik bir Lady Gaga performansı var elimizde. O kadar tekdüze ki American Horror Story: Hotel’de oyunculuğu hakkında doğru bir öngörü edindiğimizi kanıtlıyor. Bradley Cooper ise aksine, Sam Elliott’ın konuşma stili üzerine kurduğu karakteriyle buranın yönetmeni de benim, spot ışıklarının da tek sahibi der nitelikte bir kariyer performansı sunuyor. Herkesin dilinde olan ikiliyi bir kenara bırakıp filme döndüğümüzde de ne yazık ki elle tutulacak bir şey bulmakta sıkıntı çekiyoruz. Filmin drag sahnesiyle iç içe geçen ilk yarım saatinde muazzam bir eğlenceye işaret ediliyor. Ama sonrası tam anlamıyla bayır aşağı bir maraton. Kurgu odasındaki makaslama eyleminin sonucu olarak zaman cetvelini alakadar eden bolca mantık hatası, müzikal numaraların giderek tesirini kaybetmesi ve en nihayetinde kocam da kocam diyerek ehlileştirilen ana karakteriyle A Star Is Born inorganikliğini sonuna kadar kucaklıyor. Bradley Cooper’ın yönetmen olarak yaptığı tercihler de sorgulanmaya açık. Gaga’nın tek damlalık gözyaşı ve finale saklanan ormandan eve “sinematografi” gösterişçisi çekim bu filmin hakkı olmayan, dolayısıyla da iyi servis edilemeyen olmamışlıklardan sadece birkaçı. Fakat garip bir şekilde gazla çalışan bu koca makine, daha ne kadar samimiyetsizleşecek dediğiniz anda da Sam Elliott’ın dahil olduğu minik bir sahneyle esasında duygularınız üzerindeki hükümdarlığını sonlandırmadığını hatırlatıyor. Bilemiyorum, A Star Is Born’u bir film olarak değil de eğlence sektörünü de ilgilendiren bir organizasyon olarak ele almalı belki de. Ters giden her şeyine göz yummamızı sağlayan bir star gücünden nemalanmaya çalışıyor en nihayetinde. Bir gelenek hâlini almış yeniden çevrime en ön sıradan tanıklık ediyoruz, küçümsenecek bir durum değil diyerek at gözlüğü mü taksak acaba? Gaga’nın kulakları sağır eden çığlıklar arasında söylediği Shallow bile hatırlarda ortalamanın üzerinde bir film olarak yer edinmesine yetiyor ne de olsa.
Fesat Mukayese: The Bodyguard > A Star Is Born (Soundtrack karşılaştırıyorum, kalbinize inmesin.)
Mehmet Noyan
17 Kasım 2018 at 07:26
Lady Gaga American Horror Story ile golden globe almisti surekli bu ornegi verip oyunculugunu kötülemek ilginc.Fazla twitter ve yabanci blog yorumlarini copy paste yapiosunuz
Umur
17 Kasım 2018 at 10:11
Altın Küre alınca dokunulmaz mı oluyor, anlamadım. Geçen sene de Gary Oldman, sezonda bütün ödülleri topladı mesela. Ama bence sinema tarihindeki gelmiş geçmiş en kötü performanslardan biriydi. Buna ne diyeceksiniz? Bu da mı “copy paste” fikir?