Eleştiri
Sorry to Bother You
Hikâye anlatıcılarının politikleşmesinden yana bir şikayetim olmasa da Spike Lee’nin açtığı kapıdan var gücüyle abanan Get Out sonrası benzer “ne varsa fırlat, hangisi tutarsa artık.” minvalinde formül senaryolar çöplüğüne bu kadar çabuk düşeceğimizi aklımdan geçirmemiştim açıkçası. Boots Riley’nin yönetmek yerine kolaj defteri olarak perdeye taşıdığı Sorry to Bother You, FX’in harika başlayıp ikinci sezonuyla kendini çok önemsemeye başlayan dizisi Atlanta’dan Lakeith Stanfield’ı barındırmakta başrolünde. Hatta Atlanta ile bir akrabalığı daha var; dizinin en az 20 sezonuna yetecek materyali 110 dakikaya sıkıştırarak kendince bir rekor denemesine girişiyor. Kültürel yozlaşmışlık, örgütlü faşizm, ideolojiye dair tencere dibin kara seninki benden kara sloganlar ve her çiçekten bal almaya çalışan sürreal bir kakafoni hakim filme. Sistemleşmesinin önüne geçilemeyen her türlü ayrımcılığı 21. yüzyılın tam orta yerinden, ırk üzerinden inceleyerek zoraki “Bunu anladım, öyleyse hassasiyetlerim baki.” sırıtması hedefleyen yapım tamamen sizin ne istediğinizle ilgileniyor esasında. Yani beyaz sesinizle dünyaya ne kadar da farkında olduğunuzu mu göstermek istersiniz, yoksa bu çorba yağsız tuzsuz diyerek anlamamakla ve beyaz kukuletayla mı kutsanmayı mı tercih edersiniz? Her türlü biçime meydan okuyor olmasının haricinde (hakkıyla) yanlı bir sosyal röntgen çekiyor olması naralar attırmaya yetmiyor tabii ki. Kaldı ki filmin önünü bile göremediğini iddia etmek mümkün. Cumartesi gecesine son bir skeç yetiştirmeye çalışan SNL yazarları tarafından son dakikada ortaya atılan tonla fikirin tek bir filme sıkıştırılmasının arkasındaki motivasyonu anlamakta güçlük çekiyorum. Kaldı ki bu skeç yayını bile görmemesi gerekenlerden biri. Kültürel gerçeklerle kedinin b*kuyla oynadığı gibi oynarken disiplinsizliğinin altında eziliyor. Gözlemine dahil ettiği o stoner (yani Türkçe İngilizce karıştırıyor olsak stoneresque de denilebilir) perspektifin havalı görünmekten başka bir amacı yok. Dolayısıyla camlara taş atıp koşarak kaçmayı andırıyor tüm gevezeliği. Ama diyorum ya, mesele hangi kulağınızı hangi elinizle tutmak istediğinizde biter. Bu kaosun içerisinde tıpkı Get Out gibi seyircinin anlıyorum, öyleyse ben şuurlu bir varlığım diyeceği tonla mizansen mevcut ne de olsa. Ayrıca metafizik sınırlarını zorlayan kaygan zeminli hengamede bir oyuncu olmaktan çıkıp, kamera önünde ve dışında boyutsuz bir karaktere dönüşen Stanfield’ın varlığı da Riley’nin öfkesini törpülemeye pek yardımcı olmuyor ne yazık ki. Benzer yönetmenlerle çalışıyor olmasa da Johnny Depp misali ne yaparsa yapsın aynı “deli adam” gibi gözükmekten kendini kurtaramayacak Stanfield bana kalırsa. Bu hicivden bozma kıvamı artırılmış geyik muhabbetinde de kısacık kariyerinde kendisinden görmediğimiz bir şey yapmıyor. Aman neyse ne. Sinemada çağdaş anlayış da siyahiler özelinde böyle bir şeye dönüşecek demek ki. Keşke ağa babaları Spike Lee’ye bir dönüp baksalar da arada manifestoya dönüşmekten kendilerini kurtaracak hikâyeler yazmayı hatırlasalar. Hayır yani, mesajınız haricinde tek bir karakterinizi önemsesek yeter. Ben o kadarına da tav olurum.
Fesat Mukayese: “Hadi baba yapabilirsin!” kamu spotu > Sorry to Bother You