Eleştiri
The Wife
Oscar sezonuyla yakından ilgilenenlerin haberi vardır; The Wife 2017 güzünde birkaç festivale uğramış ve ardından Sony Pictures Classics tarafından dağıtım haklarını alınmış, alelacele 2018’e ertelenmişti. Dahil edildiği minicik altın heykelcik sohbetini bu rötar sonrası unutmaya da hazırdık esasında. Ama görünüşe bakılırsa, yedinci adaylığına koşan efsanevi aktris Glenn Close altın sağmaya niyetli. Still Alice’in yarattığı “kötü film – iyi performans – zamanı gelmiş aktris” formülünden yürümeye niyetli bir iş var karşımızda. Kamera bir an olsun Close’u terk etmiyor. Onun kadrajdan çıktığı anlarda da dans arkadaşı Jonathan Pryce odadaki tüm oksijeni emiyor zaten. Bibliyografisinde elimi attığım her kitabını banal bulduğum Meg Wolitzer’dan uyarlama The Wife. Eşi Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldükten sonra tüm hayatını gözden geçiren bir kadını konu alıyor. Bir sürü sır, entrika, zorlama aile draması var içerisinde. Ama tabii esas amaç kadını geri plana iten, elindekini sahiplenen, kimliğini çalan erkek üzerinden Big Eyes-vari bir kelepçelerinden kurtulma anlatısı kurabilmek. Fakat Olive Kitteridge gibi ders niteliğinde bir senaryo yazmış olan Jane Anderson, toplum içerisindeki kültürel birikimden sebep konumunuz ne kadar yüksek olursa olsun cinsiyetler arası eşitsizliğin baki olduğuna dikkat çekmeye gayret eden bu metin ile yolunu kaybetmiş. Belki de başlayacak bir yeri yoktu, kim bilir. Akıl almaz mantık hatalarıyla dolu geçmişe dönüşler, yapay kokteyl partileri, tiyatro sahnesindeymiş gibi seyirciye en yakın olabileceği noktaya gelip tüm sete sırtını dönerek atılan tiratlar derken kendi yaktığı ateşin üzerinde kavruluyor bir güzel The Wife. Problemin bir diğer önemli kaynağı da Björn Runge adındaki İsveçli yönetmenin tercihleri. Arkasına yaslanıp fazlalıkları tıraş edebilecekken kendini ciddiye alan bir komediye dönüştürüyor döküntü teksti. Film sessizleştiğinde büyüyor, herhangi bir karakter ağzını açtığında ise 10 saniyeyi aşmayan hâkimiyetini yine kaybediyor. Bilhassa maddi koşullar sebebiyle de aceleye getirildiğini düşündüğüm flashbackler ucuz görsel sembollerle haddini aşan The Wife’ın içini boşaltıyor denilebilir. Benim tek bir sezon içerisinde sıdkımı sıyırdığım konu da yaratmak, yazmak üzerine yapılan bu boş gözlemler. Eline kalem alan, klavyeyle buluşan herkes tanrı oldu başımıza. Ne buhranlar, ne önemli isyanlar, ne buğulu saatler… Gerçi bu filmin amacı ortada. Günün anlatısını kullan, tuzağına düşenlerden oy dilen ve marjın büyüğünü kap. Ama oyun alanı biraz değişsin diye de bekliyorum açıkçası. Bu sene sanatçı kırıntıları fazla gelmiş olsa gerek. Bu arada, Glenn Close’u da konuşmadan olmaz. Rakibesi Meryl Streep’ten arta kalan rollere doksanlar sonrası pek talip olmayan Close’un çehresi onu farklı rollerde izlememize pek yardımcı olmuyor bence. Seksenlerde gördüğü ilgide büyük oynamaya yatkınlığının ve dönemin buna izin vermesinin de payı büyük. Fakat şimdi satır aralarına saklamış tüm marifetlerini. Limuzinde iki oyuncunun da mercek çatlatan mübalağasını görmezden gelecek olursanız Close için mantıklı bir Oscar savı oluşturmak mümkün.
Fesat Mukayese: By the Sea > The Wife
Metin
8 Kasım 2018 at 22:44
Glenn Close’u pek severim; Dangerous Liaisons’ta bukalemunvari kullandığı yüzüne yerleşen mimiklerle ilk hayranlığımı tattım. Sonrası ise aslında senin söylediğinin tersine minimal oynayıp devleştiği filmlerdi benim için; Meeting Venus, Things You Can Tell Just By Looking At Her, Reversal of Fortune, Sarah Plain and Tall… Oyununu abartmak istediğinde bile çok ölçülü ve muhteşemdi; The Lion in Winter, Will and Grace’teki konuk oyunculuğu, Damages…