Eleştiri
The Ballad of Buster Scruggs
Inside Llewyn Davis’ten sonra dişe gelir bir filmle karşımıza çıkamayan Coen Kardeşler’in Netflix’te görücüye çıkan yeni projesi The Ballad of Buster Scruggs, altı parçadan oluşan bir Batı Amerika antolojisi. Kontrastı bol, her zamanki gibi insan doğasının en ham hâliyle eğlenmesini bilen, zekâsı sayesinde grotesk, ayrı enstrümanlarla çalınmış altı parçalık bir long play üslubunda. Açılışı müzikal olmaya göz kırpan, Tim Blake Nelson’lı, adını da filme veren kısadan yapmamız bir tesadüf değil bana kalırsa. Kaldı ki Carter Burwell, tarihten çok biz fânilerin düşkünlüğüyle ilgilenen Coenler’in son deliliğinde diğer pasajları da kovboyluk müessesesini çözmüş melodileriyle dolduruyor. Neredeyse her öyküde bir açgözlülük teması hâkimiyet sürmekte. Göze kum kaçıran rüzgârlarıyla, sarının tüm tonlarını ziyaret eden pastoral parti, sinemaya ve western türüne duydukları hayranlığın bir uzantısı sadece. Amaç insanoğlunun ilmikten geçen, delik deşik eden, öldürmeyi göze alan tamahkârlığının endişe verici portresini çizebilmek. Buna rağmen merhameti de bol Joel ve Ethan Coen’in. İstemeden de olsa kafalarından geçenleri görsel bir yoldan anlatabilme yolları olduğu için minnet duyuyorlar sanki karakterlerine. Acımasızlıkları, en kötücül olanı bile özümseten paradokslarında köreliyor. Onları bu denli ihtiyatlı görmek de artık Coenler de, tüm haşarı yönetmenler gibi, yaş kemale erdiğinden yumuşuyorlar mı dedirtiyor. Kafa tasını delen mermiden bile üstün estetik kaygılar, çevik kurgu, kısa hikâye formu yadsınamayacak bir kuvvete ulaşmış ne de olsa. Kalburüstü filmleri arasında rahatlıkla sayılabilecek No Country for Old Men ve True Grit’in sahne olarak kullandığı topraklara dönmeleri vahşetin, umutsuzluğun, huzursuzluğun içerisinde duyarlı ve bir o kadar da ölçeği büyük bir yere konuşlanmak için belli ki. Tabii bu demek değil ki, yolu Venedik’ten geçen The Ballad of Buster Scruggs her adımını doğru yere basıyor. Halk ozanlığına soyunup hedefi teğet geçtikleri bölümler de var pekâlâ, kötü bir film gibi başından sonunu belli eden. Ancak karikatürize, Batı’nın idmansız zulmüne bandırılmış has Amerikan türküleri cinnetin köklerinde çeyrek asırlık kariyer inşa eden ikilinin artık teşbihte hata yapmayacağını kanıtlar nitelikte. Doyumsuzca, türlü saçmalık içerisinde, kendilerine has enstrümanlarla önümüze koydukları şaşalı bir prodüksiyona en ön sıradan tanıklık ediyoruz özetle. Tematik ve biçim olarak filmografilerindeki çoğu şahaneliği geride bıraksalar da bu seçki formunun esleriyle tesiri hafiflettiğini de itiraf ederek sonlandırayım ben çeneyi. Türün ustalarından makas alan yolculuklarında spagetti western’in zirvesine erişen son iki ve açılıştaki pastişi daha çok sevdiğimi de ekleyeyim ayrıca. Belki uzatılsa daha bir Coenler gibi hissettirecek olmalarından, belki de dokundukları yerlerde daha yetkin sözler sarf edebilmelerinden… Neyse ne. Varoluşa dair dâhilî meselelerimizi çözümlemek isterken Coenler’den başka kimsenin aklına uçan Tim Blake Nelson’a halk müziği söyletmek, bir tavukla süspans yaratmak gelmeyeceğinden değer bilsek de yeter.
Fesat Mukayese: The Ballad of Buster Scruggs > CMAs