Eleştiri
Thunder Road
Bu sinema yılı içerisinde izlediğim en nevi şahsına münhasır film olmaya aday Thunder Road, Jim Cummings beyefendinin 2016’da çektiği kısa filmin uyarlaması. Kamera önünde de deneyimi bulunan Cummings, kısasında yer alan anma konuşmasını süsleyip konu ettiği karakterin sonrasını düşünmeye koyulmuş ve bu uzun metrajlı öykü çıkmış ortaya. Kendisiyle aynı adı taşıyan esas adam Jim, küçük dünyasının tüm cephelerinde eksik kaldığını hisseden sıradan bir birey esasında. Annesinin cenazesi sırasında bir türlü çalışmayan kaset çalar yüzünden Bruce Springsteen’in parçasını çalamadığı için, hayatta en çok değer verdiği insanlardan birini yarım ağız uğurlamak zorunda kalıyor. Ama bu eksiklik her yere nüfuz etmiş. Çocuğunun annesiyle çarpık ilişkisi, bir polis memur olarak üstlendiği görevler sırasındaki reaksiyonları… Talihsizlik serüvenlerinden ibaret hayatının uç noktalarında gezinip felaketler arasından felaket beğenirken noksanlık kâbusunu tekrar tekrar yaşıyor. Ve buna rağmen film ivmelenmiyor; çünkü trajikomiklikten tuhaf, şaşırtıcı ve fazlasıyla hüzün dolu bir çelenk yapmış kendine. Toksik erkek maskülinitesini elinin tersiyle itmiş, bir taraftan da o coğrafyadaki bireyselliğine yeni bir cephe kazandıramamış. Tezatlar arasında vals ediyor âdeta. Belki bitmek bilmeyen çözümsüzlüğünün sebebi de bu arada kalmışlık. Jim ironik bir şekilde ne zaman nerede bulunması gerektiğini bilmediği gibi, ne yapması gerektiğinden de bihaber. Acıları seviye atladığında dahi büyük bir hissizlik örneği gösterip hıncını başka yerlerde çıkarıyor. Tabii her şey toz pembe değil. Cummings’in varını yoğunu ortaya koyduğu eşsiz performansıyla da kavrulan hikâyede en büyük sıkıntı dişe gelir bir geçmiş inşa edememesi. Tamam, ABD’nin her anlamda değişen ikliminde beyaz işçi orta sınıfın yaşadığı ekonomik buhranlara ucundan da olsa değinme arzusu var. Fakat patolojik bir incelemeye ihtiyaç duyan maiyet ile bir teşhis koymaktan da kaçınıyor. Onunla mı gülmeliyiz, yoksa tükürük saça saça kahkahalarımızı ona mı yöneltmeliyiz emin olamıyoruz. Seyircisini bıraktığı ikilem de tamamen senaryo kaynaklı. Tekstin tarafsız olma çabası içerisinde geldiğini haber vermeyen patlamalar tekrar ettikçe reflekse dönüşüyor ve bu sebeple de Cummings’in çizmek istediği manzarada her gerçek, rengini kaybediyor. Biraz yarım asır öncesinin karakter çalışmalarını da hatırlatmakta Thunder Road. Materyalinin sınırları içerisinde muhafazakârların, narsistlerin, komplekslilerin özetini çıkarıyor. Hem de tek bir bünyede. Avantajı ise bunu geleneksel olmayan bir yoldan yapması. Direksiyon hâkimiyetini kaybettiren U dönüşleri yerine daha lineer bir küstahlıkla çöken Amerika’nın nabzını tutabilmesi takdire şayan. Sadece kaybettiği ruhların değil, kısa bir zaman dilimi içerisinde belirginleşen felaketlerin ardından da yasını tutuyor. Bir de şunu eklemem gerek, azınlıkların burun kıran yumruklarla bezediği yeni Amerika eleştirilerinden sonra acı ama bu tevazulu öfkeyi daha empati kurulabilir buldum ben açıkçası. Üstüne üstlük bir anlatıcı olarak sinemanın da tüm nimetlerinden yararlanılıyor. Daha ne olsun?
Fesat Mukayese: Thunder Road > Get Out