Eleştiri
The Hate U Give
Didaktikliği prensip bellemiş siyahi anlatıcılar Hollywood’taki güç değişiminden yararlanmaya devam ediyor. Angie Thomas’ın aynı adlı romanından uyarlanan The Hate U Give de yol haritası daha ilk sahneden açık edilen, sosyal nasihat çelengi fimlerden bir diğeri. Hikâye ırkçılık, buna bağlı polis vahşeti, gettoyu ele geçirmiş çeteler ve hem devletin hem de toplumun tartışılmaz adalet eşitsizliğine karşı sessiz kalışını içermekte. Tüm bu başlıklar tek bir genç kızın hayatında toplanıyor. Starr, bir arkadaşının yok yere gözleri önünde polis tarafından öldürüldüğüne şahit olunca günlük hayatı da derinden sarsılıyor. Ailesi tarafından daha çok küçük yaşta emniyet görevlilerine karşı nasıl davranması gerektiğini öğrenen, iyi bir geleceğe sahip olsun diye evlerinden uzakta beyazların çoğunlukta olduğu bir okula gönderilen Starr’ın hakikatle yüz yüze gelme öyküsü de denebilir. Duyu organlarını dışarıdaki vahşi dünyaya karşı kapayan kızın derin uykusundan kaldırılması için yaşama mecburiyetinde kaldığı sarsıntı büyük olsa da The Hate U Give, Amerika böyle bir ülke ve bunlar gerçekten yaşanıyor diyerek omuz silken, olanı göstererek kalanı akışına bırakan bir film. Ki bu noktada da acaba sinemayla ilgili kaygılara sahip olan bir yapımdan ziyade bir aktivistin kendi cemaatine vefa borcunu mu izliyoruz dedim kendi kendime. Trump seçildikten sonra faşizmin kitlesel etkileri daha çok konuşulur oldu. Obama zamanında da gündemde olan polis şiddetinin yerini Charlottesville gibi daha da büyük vahametlere yerini bıraktığı ABD’de siyahi ve esasında azınlıkta olan her toplum için doğru olanla yapılması gerekenin mukayesesini, açık sözlü etkinciliğini işleyerek üzerine düşeni yerine getiriyor yönetmen George Tillman Jr. Kontrol altında tutmaya çalıştığı anlatısında sorunlar da, çözümler de yüzeyde. Hiçbir şeyi dolaylı yoldan anlatarak lafı uzatmak gibi bir gayesi yok. Net bir şekilde adalet kavramının bulundukları coğrafyada nasıl bir müsavatasızlıkla çocuk oyuncağına döndüğünü resmediyor. Tabii bunu yaparken karakterlerini birer din adamına dönüştürmüş ne yazık ki. Herkes vaaz veriyor, en kötü tercihleri yapanların ağzından bile bir Pazar toplaşmasına uygun, hadisimsi sözler dökülüyor. Aman çocuğumun tırnağına zarar gelmesin diye onu her şeyden uzak tutmaya çalışan anne ile tribünlerde tuttuğu futbol takımını destekler gibi politik mesaj savuran babanın aynı çatı altında yaşaması bile The Hate U Give’in bize zorla bir mesaj vereceğinin işaretçisi. Akla karanın ayrımında insan sevdikleri için griye de katlanır gibisinden bayat bir yere bağlamasa belki endişelerini tesiri de kuvvetli olacak. Aslında sosyal medyanın performansı için delirdiği Russell Hornsby tüm filmin özetini veriyor karakteriyle. Kendini önemseyen, ağzından çıkan her kelimeyi kanunlaştırmaya meyilli bir egoya sahip baba figürü Spike Lee haricinde neden siyahi sinemacılar bir türlü romantizm akımının etkilerinden kurtulamıyor dedirtecek kadar uçlarda. Ama yeni jenerasyona eski mesajları taşıyabilme yetisine sahip olduğu için günahlarının büyük bir kısmı affedilebilir büyüklükte. En azından isyanını çığırtkanlıkla sonlandırmayıp bir çözüm getirme hevesi var.
Fesat Mukayese: The Hate U Give > Detroit