Eleştiri
Love After Love
Andie MacDowell’ın bugüne kadar onu ve kariyerini hafife alışımızla bir nevi dalga geçtiğini izleme şansına erişiyoruz, tam anlamıyla 2018’in saklı hazinesi sayılabilecek Love After Love’da. Film, hepimizin uzaktan yakından tanık olduğu bir meseleyle açıyor perdesini. Çok sevdiğiniz biri gözünüzün önünde hastalanır ve acı çekmeye başlar ise onu artık geri dönüş olmadığını bile bile hayatta tutmak mıdır sevgi, yoksa acısı dinsin diye ölmesini beklemek, bunun gerçekleşmesinden az da olsa rahatlık duymak mı? Yalnız ne ilginçtir ki tüm temelini bu soru üzerine kuracak derken daha ilk çeyrek tamamlanmadan o ana kadar not ettiği her şeyi siliyor ve yepyeni bir sayfa açıp bu sefer de etkisi büyük bir kayıbın ardından iyileşmenin nasıl olacağını sorgulamaya başlıyor. Niyesinden de ziyade yaşanılanın verdiği sarsıntıyla gidenin ardında bıraktığı herkesi sonsuza kadar bir adanmışlığa tabi tutmak haksızlık değil midir diye sormadan da edemiyor. Kaldı ki burada ölen bir baba ve biz de keder ile farklı formlarda başa çıkan eşinin, evlatlarının bireysel olarak mücadelesini izlediğimizden böyle bir sualle uğraşması şaşırtıcı değil. Russell Harbaugh’nun ham ve nefis tekstinin kırılma noktasından sonra oyuncularına hünerlerini gösterebilmek için fırsat veren, doğaçlamayı da kaldıran bir alanı var. Dolayısıyla belli bir hikâyenin uzantılarını takip etmektense çok daha özgürce hareket ettiği bir yere kıvrılıyor Love After Love. Hayatta hem zorlukların üstesinden gelebilmek, hem de çuvallamak var diyor. Her şerde bir hayır olabilir, fakat bu şer hayatınızı alt üst de edebilir diye buyuruyor. Mesele kim olduğunuzda, kendinizi hangi duygulara teslim ettiğinizde. Bencilliğiniz de acıyı tatma biçiminize şekil veriyor, sonrasında kaderinizin karşınıza çıkardığı ufak tümsekler de. Hem sadece tek bir aile özelinde metaneti incelemeye aldığı için ufak, hem de ölümle sınanan dayanıklılığın daha önce hiç resmedilmemiş kıvrımlarında ateşle oynadığı için de bir o kadar büyük Love After Love. Alçakça, açgözlü, tiksinç ve hatta hissiz de bir taraftan. Ama hepsi o sürecin bir parçası işte. Kusursuz bir şekilde çizilmiş psikolojik süreçlerden, beş parçaya kolayca bölüştürülen analizin örneği olabilecek bir disiplinden nasibini almamış çiğ bir manzara işte karşımızdaki. Her şey iç içe geçmiş, en basitinden doğruyla yanlış bile birbirine karışmış. Bir taraftan kendimizi iyi hissetmek için anlık heyecanların peşinden koşuyoruz tamam da, o boşluğu dolduracak olan şey ne kadehte durmayan şarap, ne de sırılsıklam olmuş bir yatak. Sevilmek, sarılmak, okşanmak güzel ama acının tezahürü sadece ilgiyle ya da gerçekten koşarak uzaklaşınca silinecek kadar basit değil. Love After Love lafı uzatıyor, bir daldan bir dala atlıyor ancak vermek istediği esas mesaj kısaca, “Kolay değil.” işte. Kerameti de bu sonuca varma biçiminde gizli. Tüm realistliğine rağmen ayrı ayrı harika performanslar sunan Andie MacDowell ve Chris O’Dowd ikilisinin bir anne – oğul oynamaya fiziksel olarak uygun olduğunu düşünmediğimi eklemek istiyorum. Onun haricinde bir itirazım yok hakim bey. Film dediğin böyle omuzlarından tutup sarsmalı insanı. Yıl sonu listeme hoşgeldin!
Fesat Mukayese: Love After Love > Manchester by the Sea