Dizi Eleştirisi
Rötarlı Sezon Günlükleri: 2018 bitmeden…
Her izlediğim şey hakkında fikir beyan etmem gerekmediğinin bilincinde olsam da mesleki deformasyonum sağolsun sıralayayım, tablolar yapayım, elimde bir belge olsun diye ne kadar çok çırpındığımı siz de fark etmişsinizdir. Araya sinema sezonunun girmesiyle boşladığım televizyonda da son birkaç aydır pek çok sevdiğim dizi serisini tamamladı ve köşesine çekildi. Hayır bir de işin kötüsü, izlediğim yeni dizileri sırf bunlar birikti diye yazamıyorum. Bodyguard’ı, The Kominsky Method’ı, My Brilliant Friend’i hakkında uzun uzun çene çalacağımı bilin diyerek şu yığını bir aradan çıkaracağım yani izninizle. Hadi sağ ayakla…
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
AMERICAN HORROR STORY (8. Sezon)
Bir barışıp, bir küstüğüm American Horror Story’nin pek sevdiğim sezonu Coven ve bu maceranın startını veren Murder House’tan karakterleri geri getiren Apocalypse isimli yeni seriyle ilgili iki uçta tepkiler gördüm sosyal medyada yayın hayatı boyunca. Ama ben dürüstlüğü elden bırakmayayım; ABD’nin röntgenini çekmeye çalışırken bir anda yarınını düşünmeyen salt eğlenceye direksiyonu kıran bu formdan büyük keyif aldım. Ryan Murphy, izleyici profilinin büyük bir kısmını oluşturan queer bireylere istediğini vermiş. Cody Fern lateksli fantezilerimizin parçası oluyor, Joan Collins bir güzel Dynasty’den miras bayramlık ağzını açıyor, o da yetmiyor Emma Roberts aşağılama sporunun tüm inceliklerini sergiliyor. Kabul, biraz deri değiştirdiği ikinci yarıda toparlayacakken epeyce dağılıp tekrara geçti ama bakması güzel sezondu, hadi kabul edin!
MVP: Cody Fern (Michael Langdon)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
BOJACK HORSEMAN (5. Sezon)
Asırlardır övdüğüm BoJack Horseman’la da bağları koparma vakti geldi galiba. Bunu sürekli tekrarlayıp kendi mutluluğumun reklamını yaparak her türlü nazarımsı enerjiyi üzerime çekiyormuş gibi hissediyorum; ama doğru, hayatımın depresyona adadığım kısmında büyük sona ulaştık. Dolayısıyla sosyal medya çağının artı birlerinden, özellikle yaşıtlarımda sıkça gördüğüm buhran güzellemesini de rafa kaldırdım. BoJack’in bittiği yerde yeniden başlayan, travma yığınından kendine sürekli yeni bir damar seçen hâlinde de doyma noktasıyla buluştum kısacası. Şimdi geriye dönüp eski sezonları tekrardan izlesem böyle sönük bir reaksiyonu tekrarlar mıyım, yoksa Emmy’e özel “konsept” bölümlerin gırla olduğu beşinci sezon özelinde mi bir vasatlık söz konusu karar veremiyorum. Tek bildiğim artık BoJack’in de büyüme vaktinin geldiği. En azından bizi iyileşebileceğine inandırsın, ona da razıyım.
MVP: Alison Brie (Diane Nguyen)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
WHO IS AMERICA? (1. Sezon)
Başında kim olursa olsun her daim çivisi çıkmışlarda ilk sıralarda yer alan bir coğrafyadan bildiriyor Sacha Baron Cohen. Elini attığı işin çirkin yüzünü göstermekten büyük keyif alan aktör, Who Is America’da asırlarca konuşulmayı hak edecek, gerçek hayattan kesitler biriktirmiş. Ağır prostetiklerin altında (çoğu) cumhuriyetçilerin karikatür olayazmış yüzlerini birbirinden rezil mizansenlerin baş kahramanı yapıyor. Genel olarak siyaset kavramının içi boşluğuna ezelden takık bir komedyen tamam ama bu sefer muhattap olduğu kitlenin de hamurunda mizah yatıyor sanki. Reality show’dan bozma üslubunun bu sebeple kendini aşırı ciddiye alan, boş fikir üreticisi koca adamlarla oluşturduğu kontrast enfes. Bir noktada da aslında tek amaç “Yok artık!” tepkisi alabilmek zaten. Tamamını izleyemem diyenleri Youtube’daki kliplere davet edeyim de herkese ulaşsın.
MVP: Jason Spencer
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
YOU (1. Sezon)
You ile ilgili oturup satırlarca övgü yazacak değilim. Ama kabul edelim hepimiz hayatında izlediğimiz için suçluluk duyduğumuz ve sırf sindirimi hafif olduğundan ekran başına kilitleyen böyle orta kademe işler mutlaka yerini alıyor. You da onlardan biri. Gossip Girl mezunu Penn Badgley’nin bu kadar zamanda hiç mi taş üstüne taş koymadın dedirten sınırlı oyunculuğuna aynı yetenek skalasına sahip meslektaşları da eşlik etmiş ve türün en basit oyunlarına bile tav olan seyircinin zayıf noktalarından anahtar kelimeler oluşturulup bunlar takip edilmiş dizide. Çok zorlarsanız çağın teknolojiden sebep getirileri ve bir taraftan da yıprattığı beşeri meselelere değindini falan iddia edebilirsiniz. Ama hiç kendimizi kandırmayalım. Hollywood’un yeni çağında üsturuplu hareket eden bir av – avcı öyküsü bu. Bayat twistlerine rağmen tutturduğu tempoyla işleyen ortalama bir hikâye işte.
MVP: Shay Mitchell (Peach Salinger)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
KIDDING (1. Sezon)
Biraz yukarıda BoJack Horseman yazarken de bahsettiğim gibi, akranlarımın depresyon seviciliğinden öyle bir sıdkım sıyrıldı ki artık mental problemler üzerinden alınmış yanlış kararları “Ama hasta…” diye romantize eden her şeyden nefret ediyorum. Kidding’te de değişen bir şey yok. Kariyerinde rol alamamaya başladığı noktada zoraki farklılığı kendini gündeme iliştirmek için alet olarak kullanan Jim Carrey’nin sözde şovu baştan aşağı kötü yazılmış bana sorarsanız. Dizini söylediği tek bir cümle dahi gün yüzüne çıkmayı hak etmiyor; çünkü zaten sürekli gözlerini ovuşturarak bakın ne kadar mutsuzum derken insanı insan yapan özelliklerin her birinden arınmayı tercih etmiş. Eminim, projede kamera önünde yer alan insanların hisleri çok daha temizdir; fakat tekst ilk bölümden kendini ele veriyor gibi hissettim ben. Hani zaten anlatacağım bir şey yok, biraz kulağımı tersten tutayım da özgün olduğum sanılsın. Sonuç? Temazepam.
MVP: Catherine Keener (Deirdre)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
THE DEUCE (2. Sezon)
HBO’nun işine gelen projeyi destekleyip, işine gelmeyeni desteklememesinden ben de sıkıldım ne yalan söyleyeyim. Yani sen git aynı kulvardan Vinyl’ı iptal et, sonra içerisinde Maggie Gyllenhaal hariç tek bir umursamadığımız karakter kalmayan The Deuce’a üç sezonu tekmili birden onay ver. Henüz Hollywood’taki faturası kesilmemiş duran James Franco’nun en kötü oyunuyla arz-ı endam eylediği yeni sezonda her öykü biraz daha oturmuş tabii inkar edemem; fakat koca bir mastürbasyonu andırıyor bana bu şov. Kendine o kadar hayran ki, aynanın önüne geçmiş, oturmuş sandalyesine, bir orasını elliyor bir burasını. Bir akıllı da çıkıp demiyor ki yahu bu iş bir yere varacak mı, daha önce üzerinden geçmediğimiz bir şeyi anlatma şerefine erişecek miyiz… Nerede? Şık bir laf salatası gibi işte. İki setle gözümüz boyanmadığından, sırf Gyllenhaal’un karakterinin hatırına sınıf geçiriyoruz.
MVP: Maggie Gyllenhaal (Eileen ‘Candy’ Merrell)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
GET SHORTY (2. Sezon)
Geçtiğimiz yılın sürprizlerinden biri olmuştu Get Shorty benim için. Dolayısıyla yüksek beklentilerle terk ettiğim ilk sezonun ardından belirlediğim yüksek çıtanın altında ezilmiş gibi hissetmem normal sanırım. Ama buna rağmen Elmore Leonard’ın romanından aldığı sıkı bir disiplinle yazılmış karakterlere yeni renkler kazandırdığını da görmezden gelmek istemiyorum. Zar zor aldığı yeni sezon onayının ardından fırsatı kullanmak yerine aynı hikâyenin genişletilmiş bir versiyonuna yer vermesine ise diyecek sözüm yok. Birkaç transfer ve ana karakterlerine büyüme şansı tanıyan olaylarıyla ufaktan risk almaya kalkışsa da pek sonuç vermemiş. Dolayısıyla üçüncü kez Miles ve belalılarıyla görüşmek istiyor muyum sorusunu soruyorum şu aralar kendime. Bu arada… Chris O’Dowd beyefendinin değerini bilmeye ne zaman başlayacağız? Komedideki başarılarını geçtim, yetişkinlerin oyun alanında da harikalar yaratmaya devam ediyor.
MVP: Chris O’Dowd (Miles Daly)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
MR. MERCEDES (2. Sezon)
Mr. Mercedes’i benim haricimde takip eden var mı, emin değilim. Ama varsa bir sorum olacak: Bu saçmalık tam olarak neydi? Stephen King’in çağımızın en abartılmış yazarlarından biri olduğuna inancım tam. Nick Hornby’nin tutmuş hâli gibi. Filme çekilsin diye kitap yazıyorum, ama yazı dilim bir nebze daha iyi. Neyse. Yalnız ipleri tamamen David E. Kelley’e teslim ettiği ikinci sezon mantığın sınırlarını zorlayan twistiyle istemsiz bir komedi olmuş. Brendan Gleeson ve Harry Treadaway’in karşılıklı paslaştığı harika oyunlardan buraya gelmemiz acı tabii. Bir taraftan da diyorum ki bir şeylerin tadında kalması gerektiğini böyle burnu sürte sürte öğrenecek bu endüstri. Mr. Mercedes de acaba suyunu çıkarmasaydık da tadı damağımızda mı kalsaydı sualini hak eden, fazla asit tüketip yazılmış bölümleriyle onur tablosundaki yerini alıyor.
MVP: Brendan Gleeson (Bill Hodges)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
THE SINNER (2. Sezon)
Siz de Carrie Coon’un döne dolana tek dudağını titretmesinden, aynı endişeli ve kızgın kadınları oynamasından sıkıldınız mı? O zaman The Sinner’ın ikinci sezonundan koşarak uzaklaşmanız büyük enerjinin (a.k.a. ateist tanrısı) emri. Jessica Biel’ın hayatının performansını verdiği ilk sezondan sonra tuttuğu gibi devamının yapılmasına karar verilen ve tek bir ortak karakter barındırdığından da antolojisi muamelesi yapılan The Sinner’ın öyküsü 2018’de gösterildi ama ne yazık ki fikirlerinin hiçbiri 2018 model değil. Gerçi ilk sezonuna dair de kayda değer bir özgünlükten bahsetmek imkansız. Ancak en azından kurduğu atmosfer ile ilgiyi ayakta tutmayı beceriyordu. Bu sefer seyirciyi cezbedebilecek tek bir insan evladı kondurulmamış hikâyeye. Tüm motivasyonlar daha önce binlerce defa diziler ve filmler tarafından ziyaret edilmiş cümlelerden ibaret. Yarattığı muallak için de karnım tok diyeyim. Eee ne kaldı geriye?
MVP: Bill Pullman (Harry Ambrose)