Eleştiri
The Sisters Brothers
Cannes’dan gönüllerin değil de vicdanların Altın Palmiye’sini alan Jacques Audiard, yeni projesi The Sisters Brothers ile Hollywood’a mı transfer oldu sorularını sordurtmasına rağmen western türünde kendini kaybetmediği çok farklı bir iş çıkarmış ortaya. Öyle ki janrın ezberlediğimiz taslağını bile bir kenara atıyor. Herkese mutlak surette bir giriş gelişme sonuç atayan o klişe yol haritası yerine daha geniş bir pencereden bakmayı tercih etmiş. Yine kiralık katiller, altın avcıları, varyemezler, hırsızlar, kovboylar, atlar, çöller, barlar, kasabalar yerli yerinde. Ama bunun üstüne batılılaşma süreci üzerinden okunmaya hazır bir metin çıkarmış. Homoerotizmi belli belirsiz, cılız bir formda görüş alanına bırakıp yorumu seyircisine bırakmış. Bu da yetmemiş, erkeklerin dayanıklı gözüken yüzeylerinin altında sakladığı o kırılgan egoya da çomağını batırıp eğlenmesine bakmış. The Sisters Brothers bir uyarlama, orası tamam. Ancak Audiard suç ortağı Thomas Bidegain’le birlikte yine göründüğünün çok daha fazlasını veren bir egzersize girişiyor. Geçmişleriyle tezat iyimserliklere bürünmüş erkeklerin hepsine mesafesini eşit tutup karakter çalışması çıkarıyor. Bir de tabii neo western olarak sınıflandırılmak için biçimde büyük riskler almasa da güneyin hem akına, hem de karasına verdiği o tatlı selam var. Bilhassa ne yapacağını kestiremediğimiz ilk yarının ardından Audiard, bir hikâye anlatıcısı olarak görüp hafızasına kaydettiklerinin cüretkar ve oldukça da şık tezahürü ile haşır neşir ediyor kısacası bizleri. Elimiz mecbur inanmadığımız trajedilere ve bazen komediye döndüğü yüzüyle tutarlılığını kaybetmesine rağmen en nihayetinde rahatsız edici ama çekici bir momentumu yakalayıp izleyicisine finale kadar eşlik ediyor. Hadi her şeyi rafa kaldırdım; bütçe anlamında herhangi bir sıkıntısı olmadığını hissettiren The Sisters Brothers, metinin yarattığı tokluğun üzerine dört oyuncusundan da hatırı sayılır performanslar sağıyor. Jake Gyllenhaal – Riz Ahmed ikilisinin kurduğu dinamikteki eşcinselliğe dair ipuçları The Sisters Brothers’a ilgimi ayakta tutabilmeme de epeyce yardımcı oldu aslına bakarsanız. Bu kesinlik vermeyen imaların filmi zenginleştirdiği kanaatindeyim. Üstelik acımasızlığın, ölçüsüz şiddetin, vurdumduymazlığın kural sayıldığı bir evrende bardağın dolu tarafıyla ilgileniyor olması, bu yarına çıkma üzerine kurulu düzeni kabul etmenin arkasında yatan motivasyonları teker teker incelemesi ve körü körüne inşa edilmiş idealizmin iyi niyetten beslenen köklerine iniyor olması takdire şayan. Belki tempoyla alakalı belirgin problemlerini aşabilse çoktan helvası dağıtılmış türün uzun zamandır gördüğümüz en iyi örneği olduğu bile iddia edilebilir. Fakat yönetmenin de tıpkı anlattığı karakterler gibi idealist davranmasından ötürü öykünün etlendiği kısıma ulaşması biraz uzun sürüyor. Ben yine de nadir rastlanan bir parça olduğu inancıyla tüm kusurlarını görmezden gelmeye gayret ettim. Zayıf geçen sinema yılında taze bir nefes olduğu gerçeğini de kimse değiştiremeyecek ayrıca. Şimdi vakit Venedik’ten aldığı En İyi Yönetmen ödülünün gazıyla ülkesine dönüp, bir A Prophet ya da Rust & Bone daha çıkarma vakti!
Fesat Mukayese: The Sisters Brothers > The Hateful Eight