Eleştiri
A Private War
Geldik 2018 sinema yılından yazacağım son filme… Altın Küre’de sürpriz adaylıklar alarak radarımıza giren A Private War, Batı’nın hassasiyetlerine pek iyi gelen parçalanmış Orta Doğu’da bir başka beyaz kahraman yaratma rutinini takip ediyor. Türlü ödül grupları Irak’ın ardından Suriye’deki katliama yönlendirdi ilgisini. Marie Colvin isminde, çoğunuzun tıpkı benim gibi ilk kez tanışacağını düşündüğüm, savaş muhabirinin hayat öyküsü de talepteki köklü değişimin üzerine ilaç gibi geliyor. Hayatını gerçeği anlatmaya, taraf tutmaktansa zayıfı kollamaya adamış bir kadın bu. Profesyonel iş hayatında aldığı riskler ve bunun sayesinde gelen başarıları ona pek çok şeye mal olsa da hiçbir zaman özverisinden vazgeçmemiş. Özellikle de yaşamının son on yılında her türlü perişanlığı tadıp hakkında konuşulmayanları tüm dünyaya afişe edebilmek adına büyük çabalar göstermiş. Yönetmen Matthew Heineman’ın filmografisine baktığınızda yakın askeri tarihin haritasını çıkaran belgesellerinin üzerine bu inatçı ve prensipli kadını neden beyazperdeye taşıdığını daha iyi anlıyorsunuz. Anlatıcılıkta çığır açmak gibi bir derdi olmayan Heineman üzgünüm ki ne yaparsa yapın, gerçek hikâyenin başı sonu da belli olduğundan, ezilene el uzatan beyaz kurtarıcı anlatısından sıyrılamıyor. Colvin’in kayda değer idealistliği ve ömrü boyunca hem mecazi, hem de gerçek anlamda çapraz ateşte kalışı ve buna rağmen yılmaması hayranlık uyandırmakta. Fakat A Private War’ın kişiselleşmemek konusundaki ısrarı kurgusal bir karakter izlediğimizi düşündürecek kadar öne çıkıyor. Belki Colvin, editörüne ölüme gitmek için ayak diretirken, meslektaşı elim bir suikast sonucu can verirken, Kaddafi ile görüşmesinde ve daha nice akıla mantığa sığmayan yaşanmışlığında bu soğukkanlılığını korumuş olabilir. Ancak Heineman seyircisini buna inandırma çabasına pek girişmemiş. Birbiriyle pek bağı bulunmayan pek çok sahne arka arkaya konmuş gibi hissettirmesi muhtemelen yönetmenin belgesel geçmişinden. Bir anlatıcısı olmadığı ve çok daha büyük bir zaman aralığını işlediği için ister istemez Colvin’in öyküsünde parçalar kopma yaşıyor. Pike’ın sesi ve aksanındaki inanılmaz transformasyon için diyecek söz yok. Kariyerinin belki de en iyi performansıyla, fiziksel ve zihinsel olarak da yüzde yüzünü verdiğini hissettirmesi filmi epeyce kurtarıyor neticede. Ama tek başına verdiği mücadelenin, karşılığında hiçbir şey almadan ölümle vals eden Colvin’in biyografisine yeterli geldiğini düşünmüyorum. Tüm kurallara, olmazlara ve hatta canilere meydan okuyan bir kadın için fazla geleneksel buldum kısacası A Private War’u. Yine de batıda yazılı basının işine duyduğu eşsiz saygıyı hayretle izlediğimi itiraf etmeliyim. Bunu bürokrasi pornosu Spotlight’ta da hissettim, Spielberg’ün betona yapıştığı Meryl Streep ve Tom Hanks’li enkazda da. Gazetecilere her zamankinden çok ihtiyaç duyduğunu söyleyen endüstri bir de film yaparken bu gösterişli duyarlıklarını kanıtlayabilseler, bizler de bir oh çekip en azından bu başlıkta eli yüzü düzgün bir film çıktı diyebileceğiz.
Fesat Mukayese: A Private War > The Post