Dizi Eleştirisi
The Marvelous Mrs. Maisel (2. Sezon)
Ellili yıllarda komedyen olmaya karar veren bir kadının anlatıldığı The Marvelous Mrs. Maisel için ilk sezonun ardından o dönemde komedi kötüydü, dizi de kötü gibi yorumlar yapmıştım bilmem hatırlıyor musunuz. Dizinin önüne gelen her ödül töreninden 1-2 heykelcikle ayrıldığı bitmek tükenmek bilmeyen süreci de şaşkınlıkla izledim hatta. Ancak bugün ikinci sezonu tamamlamış bir izleyici olarak tükürdüklerimi yalamak üzere karşınızdayım. Gilmore Girls’te kendine bir komfor alanı yarattıktan sonra neler yapabildiğini gözlemleme ayrıcalığına eriştiğimiz Amy Sherman-Palladino, eleştirel anlamda elde ettiği başarıyı sonuna kadar kullanıp bildiğini okumuş yeni bölümlerde. The Marvelous Mrs. Maisel, popüler kültürün de bir parçası hâline dönüşen politik iklimin dolaylı yoldan kullanıldığı, sabah akşam eşitlik savunan ve konuşan görsel sanat dallarına bu işin nasıl yapacağını gösteren çok önemli bir projeye evrilmiş. Merkezinde bir kadın barındırmasından da öte, karakter gelişimlerini cinsiyet fark etmeksizin, toplumsal rollere tabi kalmadan uygulayan değerli bir metin bırakıyor önümüze. Kabul, henüz ana karakterin histerik konuşma üslubunu ve bir dolup taşmadan diğerine devrolduğu komedi rutinlerine ısınabilmiş değilim. Ancak iş Midge’in spot ışıkları altındaki, stand-up sahnesinde var olma çabasını geçti. Ellilerin orta yerinde, ailesine ve dahil olduğu sosyal sınıfa karşı bağımsızlığını ilan etmiş, hem özel hayatında hem de maddi bir kazanç sağlamak adına mücadelesini veren, aldığı yanlış kararların ceremesini çeken, düşe kalka hayatın ne olduğunu öğrenmeye çalışan genç bir kadının öyküsü bu. Ve zamanında Lorelai ile Rory Gilmore eşliğinde bu başlıkta epeyce bir egzersiz yapmış olan Amy Sherman-Palladino, deneyimleri de sağolsun boşluğa kurşun atmadan ilmek ilmek işliyor her ayrıntıyı. Hakikaten şu sahne de olmasaydı, aman şu hikâyenin devamı getirilmeseydi dediğim bir kısım yok. Öyle ki Midge’in ailesiyle, henüz aralarındaki ilişkinin statüsünü kesinleştirdiğimiz Joel ile olan münasebeti ve çevresine yeni giren yüzlerle atıldığı irili ufaklı gündelik koşuşturmacalar bile süreyi doldurmak için karalanmış mizansenler gibi gelmiyor bu sefer. Hepsinin arkasındaki motivasyon yine esas kadının kimselere ihtiyaç duymadan ele güne verdiği savaşı desteklemeye bağlanıyor. Bir de Bayan Maisel’ın televizyondaki ilk büyük sınavıyla ilgili bölüm var ki, Sherman-Palladino kaleminin bütün gücünü buraya akıtmış. 60 dakika içerisinde The Marvelous Mrs. Maisel’ın bir dizi olarak bugüne kadar yapmaya çalıştığı her şeyin güzel bir özetini çıkarıp her satırı tekrar tekrar okunmalık, tabir-i caizse senaryo dersi tadında bir tekst ile kutsuyor izleyicisini. Çok mu abarttım acaba? Ama yok yahu, Sezar’ın hakkı Sezar’a. İlk destenin tüm olmamışlıkları, ikinci destenin cilasıyla silinip gitmiş. Bu kadar alkış hakkıdır.
MVP: Alex Borstein (Susie Myerson)