Dizi Eleştirisi
Love, Death & Robots (1. Sezon)
İkinci sınıf plaj kitabı Gone Girl’ün uyarlamasından beri sadece bir başka Netflix projesi Mindhunter’a olan katkılarıyla adını duyduğumuz David Fincher, yürütücü yapımcılığını üstlendiği Love, Death & Robots ile son birkaç gündür sosyal medyanın odağı oldu. Gerçi Fincher’dan ziyade, teknolojinin nereye geldiğine dair bir şov parçası olarak nitelendirilebilecek antolojik yapımın parçaları konuşuluyor ama olsun. Pek sevdiğimiz yönetmenin adını duymayı özlediğimiz için her fırsatı değerlendirmeye meyilliyiz zaten. Şimdi… Henüz bu deliliğe bulaşmayanlara biraz açmak istiyorum diziyi ben: 6 ile 17 dakika arasında değişen uzunluklara sahip toplam on sekiz bölümlük ilk sezon büyük stüdyolar haricinde de bu görsel sanatı ayakta tutmaya çalışanların varlığına dikkat çekiyor. Biliyorsunuz, animasyonun bir alt tür olarak algılanmasından muzdarip bir kesim mevcut ve Love, Death & Robots da kullandığı anlatım üslubuyla hakikaten bunu kanıtlar nitelikte. Direkt live action‘dan (bunu bir türlü Türkçe’ye çeviremiyorum) ayrı ele alınması gereken bir medyum olduğunun altı çiziliyor çaktırmadan. Birbirleriyle herhangi bir bağı olmasa da büyük bir çoğunluğu cyberpunk, post-apokaliptik, bilimkurgu öğeleri barındıran öykülerin twist ve şok etkisi üzerinden rant sağladığını da az çok tahmin ediyorsunuzdur. Yalnız hem içinde, hem de dışında farklılıklar gösteren distopyaların sıfırdan kurallarını yazdığı görsel ahlaka duyduğumuz hayranlık biraz algımızı bozuyormuş gibi hissetmeden de edemedim açıkçası. Dünyanın geleceğine, şirazesi kayan insan evladına dair söylenenlerin büyük bir kısmı fazlasıyla kör kör parmağım gözüne hikâyelerle yeşillendirilmiş. Buzdolabına sığdırılan medeniyetin bak neler de düşündürüyor bize diye alkışlanmasına ya da ne bileyim tarım ve ilaçlama sektörü üzerinden devasa bir metafor denizine bırakılmamıza çok kapılmamakta yarar var. Ancak Love, Death & Robots’tan istediğimiz bu değil zaten. Yani en azından ne yapmak istediğini kavradıktan sonra tekstlerin ne kadar etli olup olmadığı değerlendirmemize tesir etmiyor. Burada kurgudaki oyunbazlıkları, her bölüme sığan ağzınızı açık bırakacak animasyon numaraları ile tamamen seyir zevkinin üzerine oynayan bir deneyim mevcut. Ve neresinden vurmaya çalışırsak çalışalım, tekmili birden izleten sürükleyiciliğinin ve hazımı da kolaylaştıran kısa sürelerinin gücü inkâr edilemeyecek. Teknik anlamda da, bu işin otoritesi değiliz ama, hiç düşünmeden kusursuz diyebiliyoruz. Bunların haricinde Netflix sahibi kitlenin alışılmışın dışında bir şeye rastladığı anda başyapıt ilan etme alışkanlıklarına da değinmeyi istiyorum bir ara. Ancak bunu podcast’in rahatlığına saklayacağım galiba. Şimdilik siz çok geç kalmadan anime Black Mirror’a göz atın, yine toplaşırız.
MVP: En iyi oyuncu seçemeyeceğimiz için en iyi bölüm seçmeyi uygun gördüm. Hatta zorlayıp Top 5 bırakayım da sıralama eleştirmenliğinin kölesi olduğum ortaya çıksın:
1. Beyond the Aquila Rift
2. Sonnie’s Edge
3. Zima Blue
4. The Witness
5. Ice Age