Dizi Eleştirisi
Crazy Ex-Girlfriend (4. Sezon)
CW’nun çehresini değiştirme çabaları sırasında Jane the Virgin ile birlikte kanalın seçkisinde kendine yer bulan Crazy Ex-Girlfriend geçtiğimiz haftalarda yayın hayatını sonlandırdı. Kendi şartlarında bir final yapabilme imkanına eriştiği için Rachel Bloom adına ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Az buçuk kendi deneyimlerini de öyküsüne enjekte eden ve queer renklerden bipolarlık gibi hiç konuşulmayan (ya da iyi işlenmeyen mi demeli?) mental rahatsızlıklara kadar geniş bir skalada çalışmalarını yürüten Bloom aynı zamanda müzikal tiyatroya da hayranlığı sağolsun janrın tüm groteskliklerini kendine has komedisinde eritebilmeyi başardı bu uzun süreçte. Kadın hareketine yediden yetmişe herkesi eğiterek nasıl katkıda bulunurun kanlı canlı örneği de olan Crazy Ex-Girlfriend, yanlış bilinenleri düzelttiği yetmezmiş gibi parçası olduğumuz toplumdan sebep günlük dilimize ve düşünme tarzımıza da yansıyan ataerkilliği hizaya çekti. Dördüncü sezon özelinde konuşacak olursak da, belki eskisi kadar şatafatlı bir tonda değil ama sadık izleyicisine yetecek, tadında bir vedada bulunduğunu düşünüyorum dizinin. Kendini hep sevmek ve sevilmek üzerinden tanımlayan, ama uzun yolculuğunda asıl mutluluğun kim olduğunu bilmekten, özüne saygı duymaktan geçtiğini fark eden Rebecca’ya oldukça yakışan bir final izledik yani. Bu yolda iki sene önce unutulmuşlar mezarlığına yolladığımız Greg yeni bir bedende küllerinden doğup geri döndü, Josh beyninin hatırı sayılır miktarda bir kısmını çalıştırmayı öğrendi, Nathaniel’ın da bir güzel burnu sürtündü. Gözümüze hitap eden erkeklerini dişe gelir hikâyelerle buluşturması da cabası. Asıl ekibe de teker teker değinmek var tabii, ama Bloom ile dizinin diğer yaratıcısı Aline Brosh McKenna, West Covina’nın kadınlarına hep cömert davrandı zaten. Çok da toz kondurmadan, tüm olmamışlıklarına gözlerimi kapayarak değerlendirmek istiyorum Crazy Ex-Girlfriend’i. Çünkü yol haritasını haklarını satın aldıkları şarkılara göre yapan Glee’yi de düşününce devamlılık konusunda arpalamayan bir müzikal diziyle bir daha kolay kolay buluşabileceğimizi zannetmiyorum. Her bölüme birer ikişer orijinal şarkı kondurmak ve bunları akışta herhangi bir sarkmaya yol açmadan ana iskelete monte etmek kelli felli müzikallere bile kısmet olmuyor çoğu zaman. Bu sebeple Bloom’un yaptığı işin her parçasına büyük hayranlık duyduğumu dile getirmek, dizinin sonunda da benim gibi hayranlarına canlı bir konser sunmuş olmasına ne kadar müteşekkir olduğumu eklemek istiyorum. Umuyorum CW’nun Bloom sayesinden araladığı kapıdan birileri daha geçmeyi başarır ve nesli tükenmekte olan türün Broadway/West End gibi büyük sahneler haricinde de ayakta tutulduğunu görme imkanına erişiriz. Ne de olsa Tom Hooper’ın yakışıklı aktör ve güzel aktrislerin burnuna kamera sokarak devrim yaratacağı yok.
MVP: Donna Lynne Champlin (Paula Proctor)