Eleştiri
Rocketman
Müzik sahnesinin kuir ikonları teker teker filmlenirken sıra Birleşik Krallık’tan bugüne kadar çıkmış en büyük müzisyenlerden birine, Elton John’a geldi. Kingsman ile şöhrete kavuşan Taron Egerton’ın hazırlık sürecinde bile epeyce gündeme gelen Rocketman, Oscar ve benzeri ödül grupları tarafından anlamsız bir sevgi gösterisine boğulan Bohemian Rhapsody’den sadece bir sene sonra vizyona girmesi sebebiyle de istemsizce mukayeselerin bir parçası hâline dönüştü. Bir tarafta ilelebet homofobik, AIDS’e karşı verilen mücadelenin poster yüzünü ahmak bir eşcinsel eylemiş, lip sync turnuvası kıvamında, sinema tarihinin en büyük kepazeliklerinden biri olduğu için Elton John biyografisinin kanadında en ufak başarıyı bile alkışlayacak kıvama gelmiştik esasında. Ama neyse ki hem cinsel kimliğini gölgede bırakmayan, hem de başına gelen her türlü tatsızlığın sebebi gay olması diye buyurmayan bir filmle buluşabildik. Efendim, Rocketman’in en büyük başarısı çalma listelerimize filme adını veren şarkı haricinde Your Song, Tiny Dancer, I’m Still Standing gibi mucize tadında şarkılar emanet etmiş Elton John’ın bütün iniş ve çıkışlarını incelerken neyin yanlış gittiğini gerçekten anlayabilmesi, anladığı yetmezmiş gibi bunu net bir mesaj alınabilecek şekilde ifade edebilmesi. Ara ara müzikal numaralarla sürreallikten makas alan anlatım üslubu da sağolsun sevgisiz, ihmalkâr bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Reggie’yi (Elton’ın gerçek ismi) ilerleyen yaşlarında uyuşturucu, alkol ve seks bağımlılığına itenin ne olduğunu öğreniyor ancak lineer bir zaaf manzarasının orta yerine bırakılmıyoruz. Billy Elliot’ın senaryosunun altında da imzası olan Lee Hall’a özel bir inceliğin ürünü olarak da gökkuşağından renk çalan sahne kostümleriyle bir dışa vurumun ve tabii göz boyayan elementlerin arkasına saklanışın gözlemi yapılmasına karşın sanatını icra ederken bu persona ana iskelet hâline dönüşmüyor. İşin içerisinde yazdığı şarkı sözleriyle Elton’ın hayatına gökten inen Bernie Taupin de var, çalkantılı hayatında bütün yolların sevilmeye değer olduğunu anlamaktan geçtiğini kavramasına epey yardımcı olan menajer/romantik zamazingo/yürüyen dildo John Reid de. Üstelik bahsini ettiğim, kimi zaman gerçeklikten rol çalan çalgılı çengili numaralarla da çoktan yapılıp sırası savılmış konserlerin canlandırmalarından bir kolaj da ortada ki beni en çok sevindiren kısım bu. Halk için pek değerli sanatçıların sadece seyirci önündeki anlarla tanımlamasından daha yorucu ve bayat bir rota olmadığı için Dexter Fletcher’ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu Rocketman bir kat daha değerleniyor böylece. Taron Egerton’ın taklit etmek yerine, şarkıları da canlı söylemesine rağmen, performansına Elton’ın esansını koyup kalanında daha özgürce hareket etmesi de cabası. Yalnız bilhassa aileyi ilgilendiren kısımlarda baba ve anneye yazılan rollerle alakalı sıkıntılarımı (ve ikisindeki casting başarısızlığını), filmin ilk 45 dakikasında benimsediği formülü ikinci yarıda herkesi anlatıcı konumuna yerleştirerek biraz kan kaybettiğini de es geçeceğim sanılmasın. Sadece çıktığı yolun sonunda öyle aydınlık bir yere ulaşıyor ki Rocketman, kar tanesi eğilip bükülmeden hâlâ ayakta durunca bilhassa şöhreti olmasa bile insanın öz ailesinden gördüğü muamele fark etmeksizin sığınacak limanlar aradığı vaziyetleri yaşamış, yaşlısı genci fark etmeden renkleri bu dünyaya fazla seyircisini göz yaşlarına boğacak bir yeniden diriliş vuku buluyor. İşte o zaman da nihayet diye mırıldanıyorsunuz. Nihayet!