Eleştiri
Yesterday
2019 vizyonu, çalma listelerimizin dekatını değiştirme amaçlı çalışmalarına devam ediyor. Elton John sevdamızı perçinleyen Rocketman sonrası şimdi de tamamı The Beatles’ın bıraktığı mirasa saygı duruşu olarak ele alınabilecek romantik komedi Yesterday ile silinmekte kulaklarımızın pası. Ama ne yazık ki yetkin bir yönetmen (Danny Boyle) ve öyle ya da böyle ürettiklerine geçer not verdiğimiz bir senaristin (Richard Curtis) elinden çıkmış olmasına rağmen iç açıcı bir manzara yer almamakta karşımızda. Tüm dünyada aynı anda gerçekleşen bir elektrik kesintisi sırasında kaza geçiren ve kendine geldiğinde Beatles’ın hiç var olmadığı bir gerçeklikte efsanevi grubun şarkılarını hatırlayan tek insan evladı olarak nefes alıp veren esas karakterimiz büyük bir ikilemde kalıyor: Başarısız müzik kariyerini çoktan rüştünü ispatlamış Beatles şarkılarıyla intihalin yanağından makas alarak sıfırdan mı inşa etse, yoksa sırrını kalbine gömüp hayatına devam mı etse? Tabii ikinci seçenekten iyi bir film çıkmayacağı için ilkine yönelerek şanın şöhretin tadına bakıyor. Beatles ile birlikte Oasis’in, Coca Cola’nın ve sigaranın izinin olmadığı bu yeni evrende Jack Malick’in etkisi arttıkça çektiği vicdan azabı da doğru orantıyla arşa değmek için harekete geçiyor. Sonrası bolca “ama”, bolca tatsız drama. Şunu takdir etmek gerek; pop tarihine tarifi imkansız bir iz bırakmış, Britanya topraklarından çıkmış en önemli müzik grubu The Beatles’ın müziğine, felsefesine ve geçmişine büyük bir hayranlık besliyor Boyle’un filmi. Birazcık madem telifini ödedik, bu ucu bucağı olmayan hazineyi son damlasına kadar kullanalım diyerek dakika başına üç Beatles şarkısı sığdırıp her türlü “Best Of” kolajını kıskandıracak bir soundtrack oluşturuyor. Ama canımız Boyle ile canımız Curtis’in buluşmasındaki en büyük sorun, şarkılar haricinde filmi süsleyecek, bir hikâye akışını takip edebilmek için seyirciye yeterli motivasyon sağlayacak bir uzantı bulunmaması. Asıl olanın müzik olduğu, paketin pek de önem taşımadığını ima eden mesajları bir kenarda dursun Jack ile çocukluk arkadaşı / menajeri arasında bahsi geçen bağ, hele ki filmin tüm dönemeçlerine yön verdiği düşünülürse, oldukça zayıf. Ellie hanımefendi ile şarkıları icra eden beyimizin öyküsü hep eksik ve 2010’lu yıllara yakışmayacak kadar da eski kafalı çünkü. Bu koşulsuzca seven, bütün hayatını burnunun dibinde olmasına rağmen varlığından bihaber erkek bireye adayan kadınlara artık ihtiyacımız yok, öyle değil mi sayın Curtis? Kabul, tadı damakta kalan nostalji bünyesinde Jack Malick’in ayaklarının yere sağlam basmasını sağladığın o minik mizansen bugüne kadar yazdıklarının en değerlisi olabilir; ama madem Beatles sevdan büyük bıraksaydın da müziğe duyduğun aşktan daha fazlasını barındırmasaydı Yesterday adındaki masalın. Ed Sheeran’ı çağımızın en iyi söz yazarı olarak pazarlamasını da pek talihsiz bulduğumu eklemek isterim ancak bitmek bilmeyen günahlar listesinde bir türlü gün yüzü görmediği için daha da yüklenmeyeceğim Yesterday’e. Beni sabah akşam Eleanor Rigby dinlediğim yaşlarıma geri döndürdüğü için teşekkürlerimi sunayım ve bitsin bu çile.