Dizi Eleştirisi
Jane the Virgin (5. Sezon)
Televizyonda hikâyeleri anlatılan insan profilini değiştirmiş ve fırsat eşitliği tohumları yeni yeni atılırken bir anda türeyip altın çağın ikinci ayağına büyük katkıda bulunmuş diziler yavaştan sahneden çekilmeye başladı. Orange Is the New Black ile bir diğer CW dizisi Crazy Ex-Girlfriend’ün ardından bu hafta da sıra beşinci ve son sezonunu deviren Jane the Virgin’de. Venezuela yapımı Juana la Virgen isimli bir pembe diziden uyarlama yapım, Jennie Snyder Urman’ın ellerinde telenovela janrına Amerika’da yaşayan üçüncü nesil göçmen bir genç kadının üzerinden tüketimi kolay, popüler kültüre fazlasıyla hakim bir yoruma dönüşmüştü. Beş yıllık süreç boyunca her türlü mantık sınırını zorlayıp 180 derece dönüşlere ev sahipliği yapsa da kendimize örnek aldığı yapımların genetik özelliklerini hatırlatıp keyifle seyretmeye baktık. Öyle ki bir noktada (Michael’ın beklenmeyen vedası) karakterlere fazlasıyla bağlandığımız için gözyaşlarımızdan bir sel yapıp içerisinde yüzecek kadar da perişan olduk sadık izleyicileri olarak. Ancak her şey Teletubbie tepelerindeki kadar toz pembe değil tabii. Jane the Virgin her ne kadar çok da gerek duyulan bir zaman aralığında, CW gibi yeni jenerasyonun ihtiyaçlarını daha onlar dillendirmeden hissedebilen bir kanalın elinde karşımıza çıksa da beş sezon olarak planlanmasına rağmen yolda biraz yorgun düştü. Özellikle geçtiğimiz sezonun sonunda ilgisini kaybetmiş takipçileri için dizinin en sevilen karakterini geri getirmesi, üstüne Jane’in yetişkinlik ve bilhassa annelik bulvarlarında çektiği tamamı tekrardan oluşan dertleriyle sarktıkça sarktı ana öyküsü. Ancak herhangi bir ücret ödenmeden her televizyon sahibinin ulaşabildiği bir kanalda, hayatın pek çok alanında olduğu gibi görsel sanat dallarında da geri plana atılmış bir toplumun kültürünü bu formda kitlelere ulaştırabilme hevesi sebebiyle ayağını pedaldan çekmemesini anlayışla karşılıyorum. Dolayısıyla hazır da serüven beş senenin sonunda bir nihayete varmış iken Jane the Virgin’i daha çok iyileriyle hatırlamaya gayret edeceğim. Uçarılıklarını, kimsenin umursamadığı Sin Rostro kısmını, realist masallara yakışacak türden Bir İstanbul Masalı-vari finalini görmezden gelmeye çalışarak. Michael ile Jane arasındaki bağın kuvvetini ekrandan (tekrardan) hissettirebilmesi, üç farklı jenerasyondan birbirine sıkı sıkıya bağlı güçlü kadınlarını kalıplara koymadan taviz vermelerine izin vererek büyük sona taşıması ve en önemlisi ABD’deki göçmen deneyiminin belki dört başı mamur bir manzarasını çizemese de kendi yöntemleriyle anlatabiliyor olması fazlasıyla değerli. Biliyorum, başladığı noktadan finale kadar gelebilenimiz az ama olsun, kalan sağlar bizimdir diyelim. Umuyorum tanıdığı fırsatlar nicelerine örnek olur.
MVP: Yael Grobglas (Petra)