Eleştiri
And Then We Danced
Bir uluslararası film aday adayından diğerine… Bugün de Gürcü yönetmen Levan Akin’in İsveç adına yarışacak And Then We Danced’ini konuşacağız. Gösterildiği her yerden övgülerle dönen, ancak ilk gösterimini yaptığı Cannes’ı ödülsüz tamamlamış yapım Queer Palm mücadelesinde de Portrait of a Lady on Fire’a yenik düşmüştü. Ama biz denizaşırı ne ettiğine değil de, bilhassa bizim topraklarda neden bu kadar sevildiğine değinelim istiyorum. Atadan başka kelime bilmeyen toplumların zulmü her daim gücünün yettiğine oluyor biliyorsunuz ki. Üçüncü dünya dediğimiz bedbaht kavramın parmaklıkları ardında nefes almaya çalışan yaratıklar olarak farklı coğrafyalarda aynı kaderleri paylaşan azınlık çok. Belki de kendimize azınlık demekten vazgeçmeliyiz, bilmiyorum. And Then We Danced ise bu kalabalıktan karanlık bir sokakta dahi sevdiceğinin elini sıkı sıkı tutmaya ürkenlere ait. Bu (ne acıdır ki) evrensel sıkışmışlık hissini de, ait olduğu kültürün yine er birey tarafından inşa edilmiş halk dansıyla süslendirip tek bir kareden incelemeye koyuluyor. Ana karakterinin toplum tarafından damgalanmış defosu çok. Geçimini zor sağlayan babasız bir evde günün sonunu nasıl getireceğini düşünürken zaten kim olduğunu keşfetmeye vakti kalmıyor esas oğlan Merab’ın. Dünyasına ateş gibi düşen, hislerini sorgulamasına sebep olan Batum’dan Tiflis’e transfer Irakli o alıştığı düzeni bitirip gözünü açıyor sadece. Hikâyenin bütün rengi, daha önce duyduklarımızdan farkı da arka plandaki kök salmış alışkanlıklarda, toksik maskülinitenin bağrında yeşermeye çalışan gencecik bir oğlanın saf yüreğinde. Ancak burada biraz da benzer kodların esiri olduğumuz için ister istemez bir mukayeseye girdim, Merab’ın nihai kaderindeki ayrıntılarda gerçeklik payını sorguladım. Elinizden ayak parmaklarınıza kadar, vücüdunuzun bütün uzuvlarının kesin ve değişmez bir biçimde olması gerektiğini koşullayan dansı finalde çağdaşlaştırıp baş kaldırıyor, evet. Peki madalyonun öteki yüzünde, Merab’ın gerçeği ağzından dökülmeden zorbaları tarafından keşfedilip yakınlarının kulağına çalınınca gördüklerimiz ne kadar gerçek? Bu ılıman kozadan çıkma hâlinin, Türkiye gibi Gürcistan’a fazlasıyla benzeyen bir ülkede örgütlenmiş homofobi ve ataerkillik ile mücadele ederken inandırıcı bulunması zorlaşıyor tabii. İşte bu noktada da Akin’in tertemiz bir motivasyonla, bir hikâye anlatıcısı olarak varlığını da göstermeye gayret etmesiyle birlikte kusurların hepsi kadı kızının hânesine yazılıyor. Çünkü bu duygusal kuir öyküsünde milliyet filmin temposuna işlemiş raks ile hep camekanda sergileniyor olsa da esas amaç tek bir konumdan betimlemeye girişmek değil sanki. Başka bedenlerde, birbirinden çok uzak ülkelerde de And Then We Danced gibi benliğine tutunmak isteyenlerin sesi oluyor. Bir de çok alakasız ama, yazıda nereye sıkıştıracağımı da bilemedim, Levan Akin’in düğün sekansında ana karakterini takip ederken kamerasını kullanış biçimini çok taze bulduğumu paylaşabilir miyim? Hakikatlerden yırtınarak uzaklaşmaya çalışırken kırılmış kalbinin onu aynı cehenneme hapsetmesi daha nasıl izah edilebilirdi bilemiyorum. Seyircisini nefessiz, ana karakterini de mecburen sessiz bırakıyor heteronormatif geleneklerin bağıra çağıra bütün dünyaya duyurulduğu o evin penceresinde. Şimdi buna kalbimiz kırılmasın da ne olsun?