Eleştiri
La Gomera
Romanya’nın yaramaz çocuğu (gerçi kazık kadar adam oldu artık ama) Corneliu Porumboiu’nun filmlerine giderken beni daha evvel hiç tadına bakmadığım, ölçeği değişken bir öyküye, yine eşi benzeri olmayan bir perspektifi kullanarak davet edeceğine emin oluyorum. Ancak adını İspanya’daki Kanarya takım adalarının bir parçasından alan La Gomera filmografisindeki çılgınlıklarına asla benzemiyor. Yıllar içerisinde delişmen hâlini sıradanlaştırmış yönetmen, izleyicisine bu sefer dümdüz bir film hediye etmiş. Alıştığımız Porumboiu askıda, karşımızda ise ana akıma özenen bir polisiye mevcut. Noir’dan makas alan yapım tek bir espri üzerine inşa edilmiş tatsız ve hevesi boyundan büyük bir kovalamacayı konu almakta. Islıklarla üretilmiş bir dilin baş kahramana dönüştüğü hikâyede absürt iletişim biçimi üzerinden kotarılmaya çalışılan bir adam kaçırma operasyonu ve tabii ihtiyatlı planın parçası olmuş bireylerin bir noktadan sonra bütün kartlarını açık eden ilişkilerini izlemeye koyuluyoruz. Cinayetlerin, kötü adamların ve silahların orta yerinde, görünenden daha fazlasını anlatmaya yeltenmemesi de elimizdeki filmi epey ucuzlaştırıyor tabii. Benim tahminim, yönetmenin kariyerinde nefeslenip kendisine örnek olmuş anlatıcılara bariz bir selam göndermek istemiş olması. Nitekim parçalara bölüp gimmick üzerine gimmick mi tüketiyor sorusuna Godard’ın gelenekleriyle cevap verebiliyor, Hitchcock’un neredeyse her filminden de ufak tefek kadraj benzerliklerini yakalayabiliyoruz. Fakat bu bol referanslı yapısını da birincilleştirmediği için La Gomera’da, bir izleyici olarak daha fazlasını istememizi sağlayacak motivasyona asla ulaşamıyoruz. Hayattaki amaçlarına göre ite kaka kategorize ettiği her rol klişeler denizinde boğuluyor. Adanın ikliminden bir hayli uzakta denebilecek soğuk mizahının pili de daha ilk çeyrekte tükeniveriyor. Bir şekilde heyecan duymamızı sağladığı femme fatale‘i de nedense kurtuluşu esas adamının pençesinde, kötü bir karikatüre evriliyor finale yaklaşırken. Cinsiyetçiliğe orta parmak çektiğimiz rüzgâr Avrupa’ya daha uzunca bir süre, belki de hiç, uğramayacak biliyorum ama elindeki yegâne fırsatı da akla gelen ilk düzmeceyle tepmesi değerini bir hayli düşürüyor. Ne kadar iyi olduğu tartışılacak bir fikirin etrafına ekleye ekleye yazılmış senaryosunun da ancak sinemanın ustalarına selam gönderilirse yelkenleri indiren bir kitleye hitap ettiğini ekleyeyim. Haricinde Romanya’nın Oscar aday adayı sıfatıyla En İyi Uluslararası Film kategorisinde mücadelesini gösterecek yapımın önemli bir başarısı mevcut değil. Bir de şuradan tutacağım izninizle; daha evvel de ilk yarım saatinde vaat ettiği filmleri ortaya koyamadığına şahit olmuştuk Porumboiu’nun. Ancak zevklerinize hitap etmese bile oyunbazlıklarıyla tesirini yitirmeyen işler çıkarıyordu. İşte La Gomera’da o zekâ pırıltısı yok. Cetvelle çizilmiş gibi her şey. Ocean’s serisine kadar uzanabilecek benzetmeler dahi motomot kargaşasını kurtarmaya yeterli gelemiyor ne yazık ki. İşin bir de şöyle üzücü bir tarafı var; festivale hiç bilet almadan gittiğim bir senede vaktimi La Gomera’yla harcayarak neyi amaçladığımı çözemiyorum. Bu da böyle, yavan bir anımız olsun bakalım.