Eleştiri
4 Film 400 Kelime: Ekim Hasadı
Sinemaya gidip de izlemeye üşendiğim şeyleri, Torrent Festivali’ne uğradıktan sonra 4 Film 400 Kelime bünyesinde konuşmayı âdet hâline getirdim biliyorsunuz ki. Bugün de aynı damardan yürüyüp varlığı dahi unutulmuş yapımları iyi kötü bakmadan konuşacağım. Çünkü neden? Uzun uzun yazacak cümlem yok. Dilimin tüyleri, yığın olmuş başka köşeler için çalışıversin mümkünse. Hazırsak, hiç uzatmadan başlıyorum…
THE LION KING
Kraliçemiz, mevcudiyetimizin tek sebebi, beşinci peygamber, ilk insanların anası Beyoncé’nin elini değdirdiği her şeyi eşi benzeri olmayan bir ilgiyle takip etmekten asla vazgeçmeyeceğim. Yirmilerimde de böyleydi, otuzlarımda da böyle olacak, Queen Bee nefes aldıkça ben de üzerime düşen hürmeti göstermek için elimden geleni ardıma koymayacağım. Ancak çocukluğumda arabanın kaset çalarından asla çıkmamış Türkçe Aslan Kral albümüyle olan gönül bağımı da düşününce, içindeki ruhu tamamıyla söküp alınmış 2019 model, sözde live action uyku tulumunu övmek içimden gelmiyor. Görsel anlamda yahu teknoloji nereye gelmiş gibi “baba” cümleleri kurmaya itiyor olsa da beni son ürün oldukça yavan. Keşke Beyoncé’nin Lion King esinli bir albümü olarak raflarda yerini alsaydı da aynı hikâyeyi bu nüanssız versiyonuyla izlemek zorunda kalmasaydık. “
SHAZAM!
Marvel’ın yaptığı gerçek sinema mı tartışmalarının tam ortasında iken Shazam gibi türün taze örneklerini görmek beni mutlu ediyor açıkçası. Tipik bir ergen rüyasını (Hangimiz küçükken süper güçlere sahip olduğumuzu düşlemedik ki?) gerçeğe dönüştüren hikâye ana akım tarafından çok da değerlendirilmemiş bir çizgi romandan uyarlama. Bu adaptasyon olma durumu ne yazık ki ezber ettiğimiz türden bir kötü – iyi karşılaşmasının önünü açıyor. Ancak Shazam’ın iddiası çarpışması ya da anlatısının ölçeğindeki büyüklük değil. Peter Parker’da da gördüğümüz “sıradan insana doğaüstü güçler yağarsa” ihtimalinde bir ilk gençlik filmi olarak boy gösteriyor. Hedef kitlesinin yaşı daha küçük olan seyirci olduğu kesin. Ama bu tamamen hislere dayalı, görsel olarak çok cilalanmamış anlatısının kalbi pek sahici yahu. Beni kandırabildi en azından!
IT CHAPTER TWO
Bütün amacı seyircisinde koltuğunda zıplatmak olan korku filmlerinin hayatta bir şey hak ettiğine asla inanmıyorum; ama It pek de fena olmayan, Stranger Things’le tekrardan gündeme gelmiş bir mirasın izinde, Stephen King’in çok tanınan öyküsünü yeniden karşımıza çıkarmıştı. Devam filmi ile ilgili de söyleyecek birkaç pozitif cümlem olsun çok isterdim de ne yazık ki yok. Üç saate yakın süresini anlamlandırmak, hiçbir yere bağlanmayan homofobik saldırı orijinini çözmek, tek yeni katmanın “Şişman çocuk zayıflayıp yakışıklı oldu.” gibi sığ bir komedi malzemesinden sağlanması… Yolunda gitmeyen ne var diye değil, yolunda giden ne var diye incelemek yararınıza olacaktır. Bu keşmekeşin içerisinde birkaç performansı övmek isteyen varsa da sağı solu görmedikleri çok amaçlı gözlükleriyle hayatta başarılar diliyorum. Ben elimde çürük domates olsa ekrana fırlatacak kadar bezdim çünkü.
HOW TO TRAIN YOUR DRAGON: THE HIDDEN WORLD
Sezonun başında izleyip yazmayı tamamen unuttum How to Train Your Dragon’ın üçüncü parçasından doğru düzgün bir şey hatırlamıyor olmam filmin kalibresini yeteri kadar açık etmiyor mu sizce de? İlk iki filminde daha dişe gelir kötü adamları maceraya dahil ettiği için kovalamaca kısmında apayrı bir zevk almıştık. Ancak esas oğlanını büyütürken bu sefer de dişsiz ejderhamızı birey eyleme yollarına girişmiş, ki The Hidden World’ü satabilen de tam olarak bu. Yuvadan kanatlanıp uçma zamanı tehlikeyle birlikte boy gösteriyor. Görsel anlamda Pixar’dan çıkan işlere bile ders veren nitelikte bir renk paleti kullanan serinin net bir kapanış yaptığını da eklemem gerek. En azından bize geçirdiği his bu. Umuyorum daha fazla sağmayıp, kendi sonlarını yazmış ana karakterlerini rahat bırakırlar.