Dizi Eleştirisi
Succession (2. Sezon)
Aldığı Emmy adaylıklarının ardından bir anda herkesin izleme listelerine gökten düşen Succession’ı paylaşmak tek çocuk psikolojimi olumsuz etkiliyor; ancak devam etmekte olan diziler arasında “en iyi” vasfına uygun yegâne yapım olduğuna dair çığırışlarıma artık birileri eşlik ettiği için de mutluyum açıkçası. HBO’nun elindeki Game of Thrones ve Veep gibi ağır topların nihayete ermesinin ardından bizi neyle meşgul edecekler acaba çağrılarına önce bu dizi ile cevap verilmiş olsa da Euphoria’yla aynı (TV) takvim yılı içerisinde gelen ikinci sezonun daha net bir mesaj olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Kartvizitine The Thick of It, Peep Show ve Fresh Meat gibi işleri sığdırmış, dizinin yaratıcısı Jesse Armstrong sanki ikinci sezonu kaleme almadan evvel parmaklarını çıtlatıp bir avazda başyapıtını çıkarmış. En azından ben böyle olduğunu hayal edip kaymak tabakanın da kaymak tabakasından bir ailenin disfonksiyonelliğe yeni anlamlar kazandıran maskaralıklarını ekrana taşıdığını düşünmek istiyorum. Proje aşamasındayken adı Murdoch olarak düşünülmüş, medya devi aileyle ile uzaktan akraba yapımın komediye meylettiği su götürmez bir gerçek olsa da bu seriyle birlikte ebeveyn – evlat ve tabii kardeş ilişkilerinin böğründe hıçkıra hıçkıra ağlamamıza yetecek miktarda nüansla da yeşillendirildik. Ancak Succession’ı basit bir “drama ile komedi” arasındaki eşsiz denge” yorumuna da indirgemek istemiyorum. Burada bütün karakterlerini nakış gibi işleyen ve özellikle ilk seriye oranla hepsine daha eşit miktarda yaklaşan inanılmaz özenli bir anlatım var. Doğaçlama gibi hissettiren, Adam McKay evreninden fırlamış ikili diyaloglarda bile boşa kurşun sıkıldığına şahit olmuyoruz. Succession, paranın ve tabii maddiyatla birlikte gelen gücün kurduğu iktidar piramidinde neredeyse karikatürize karakterlerini kukla gibi oynatıyor. Ustalığı bunca mizahın arasında hâlâ gerçek gibi hissettirebilmesi. Çünkü biliyoruz, ucu bucağı olmayan bir servetin ortasında insanın nasıl yozlaşabileceğini, babalarının sevgisinden yoksun büyümüş eşek kadar çocuklarının sadece onun onayı için yaşayacağını. Succession bunu aşina olmadığımız bir takım düzenbazlıkların içerisinde resmediyor bir de, hiç yormadan ve dikkatimizin dağılmasına izin vermeden. Ve biraz çiğ bir yaklaşım olacak ama seyircisine takım tutar gibi taraflar hediye etmesinin de seyirle alakalı ritüellerimize olumlu katkısı olduğu inancındayım. Topluca TV izleme alışkanlığımızın Succession’a düşen kısmında Kendall’ı, Shiv’i tartışıp, Tom’u, Roman’ı aklamaya çalışıyoruz. Biraz genel konuşur oldum ilk sezonu karalama fırsatım olmadığı için. Ama Nicholas Britell’in eşi benzeri olmayan müzikleri eşliğinde şahlandığımız Succession ritimsiz gözükmesine rağmen sürprizleriyle nefes alan bir iş. Dolayısıyla henüz yeterli miktarda seyirciye ulaşmamış iken derin bir muayeneye gerek yok diye düşünüyorum. Siz, henüz bütün mirasını streaming servislerine devretmemiş televizyonda en iyi yazılmış ve en iyi oynanmış (Evet, böyle bir kast olmadı olmayacak.) dizi olduğunu bilin yeter. Tren daha fazla uzaklaşmadan da mutlaka bu yolculuğa dahil olun!
MVP: Sanırım çekirdek Roy ailesinden sevmediğim oyuncu neredeyse yok. Sarah Snook ve Jeremy Strong’un meşhur sahnesine pek ağladım. Ancak Brian Cox’ı izlerken duyduğum keyif de kelimelerle ifade edilemez. Kaba bir tabirle, öttürüyor!