Eleştiri
Dolemite Is My Name
Ed Wood, The Aviator ve The Disaster Artist’in bıraktığı yerden bayrağı teslim alan Dolemite Is My Name, bu sene kalabalık bir film takvimi ile karşımıza çıkmış Netflix’in ödül sezonu armağanlarından bir diğeri. Bahsini ettiğim yapımlar gibi film yapma yollarında dirsek çürütmüş ancak iyiden ziyade kült üretimde bulunabilmiş sinemacılardan birinin öyküsünü anlatılıyor. Hayatı boyunca şöhrete kavuşabilmek için üstün mücadeleler vermiş, bu proje sayesinde tanıma fırsatına eriştiğimiz Rudy Ray Moore’un yetmişli yıllardaki yükselişi konu edilmekte bu gösterişli bağımsızda. Eddie Murphy’nin başını çektiği bir kadroyla, filmin sonunda da belirtildiği gibi – enteresan ama – rap müziğin babası olarak kabul görmüş bu şahsına münhasır karakterin şöhret basamaklarını alışılmışın dışında yollarla tırmanışını izliyoruz. Araya tabii ki geçtiği zaman aralığından ötürü Amerika’daki siyahilerin popüler kültürde denk düştüğü bölgeyle ilgili gözlemler ve hatta gözlemden ziyade tarihi gerçekler de mevcut. Yalnız referans verdiğim işlerden en büyük farkı (gerçi The Disaster Artist bu genellemeyi biraz bozuyor) Rudy’nin yaşantısında tüm bu maceranın tohumlara sinemaya duyulan büyük bir aşk ile atılmamış. Nam-ı diğer Dolemite, şarkıcılıktan komedyenliğe yaptığı atılımdan sonra film setlerinde mesaiye kalkışırken sadece yedinci sanatın tesir alanının genişliğinden etkilenerek bu yola baş koyuyor. Bu ufak motivasyon farklılığı da Dolemite Is My Name’i doğal olarak diğerlerinden daha eğlenceli, kendini pek de ciddiye almayan, yüksek kalibrede bir komedi hâline getiriyor. Kadrosunda barındırdığı mizahı güçlü sayısız oyuncu sayesinde de eşsiz bir ritim ile finale kadar sürüklüyor izleyicisini. Muazzam orkestranın başındaki Eddie Murphy kendisinden uzun zamandır görmediğimiz kadar iyi bir oyun ortaya koymakla kalmamış, kariyerinin de zirvesinden bildirmiş ayrıca. Eğer bir geri dönüş hikâyesinden bahsedecek önümüzdeki birkaç ayda, adres belli. Haricinde Wesley Snipes’ın da senaryonun ufaktan düşüşe geçtiği dönemeçte zembille düşmüş varlığı Dolemite Is My Name için taze bir kan oluyor ve ivmesi durmadan katlanan anlatı seyircisine salt keyifli vakit geçirmek isteyen bir forma bürünerek temposunda zirveye ulaşıyor. Burada elbette yapım sürecinin bir parçası olmuş isimleri de göz önüne aldığınızda, görsel medyada nihayet fırsat eşitliğinin ufaktan tadına bakmış azınlık (Türkçe’ye çeviremediğim POC) olmaya dair bir damga da var. Bilemiyorum, bundan 10 yıl öncesinde böylesine cilalı bir Rudy Ray Moore filmi izleyebilir miydik. O yüzden tam yerinde, tam zamanında, tarihin hiç bilmediğimiz tozlu bir sayfasından çıkarılmış olmasına da ayrıca artı puan. Neredeyse dümdüz bir dönem filmi olmaktan alıkoyanın bu hasret duyduğumuzu fark etmediğimiz, aşina olmadığımız bir geçmişten yepyeni bilgi ve üstüne basa basa defalarca tekrarlamak istediğim, kadronun kendi içerisindeki uyum ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Haricinde güzel de bir sürpriz diyebiliriz sanki. O seçerek kurduğun aile hissi Yeşilçam’la büyümüş bünyelerimize iyi geliyor. Hollywood’ta nadir de olsa iyi örneklerine rastlamak sevindirici.