Dizi Eleştirisi
Unbelievable (Mini Dizi)
Günü Netflix’le açtık madem, Netflix’le de devam edelim. Dizi izleme ritüelimde her şeyi hemen tüketme kabiliyetim bulunmadığı için Unbelievable’ı da herkes izleyeyim diye çığlıklar atmasına karşın yeni indirdim mideme. Hakkındaki her yazıda Me Too, Time’s Up hareketleri ve Hollywood’un son birkaç yılda geçirdiği gözle görülür değişime dair referanslara rastladığınız bu şahane dizi, kadın merkezli bir anlatı evet ancak tek bir zümreye atanmaktan çok daha fazlasını hak ediyor muhtevası. Hikâye Marie adındaki genç bir kızın gecenin bir yarısı evine giren kimliği belirsiz bir adam tarafından uğradığı cinsel saldırının sonrasında başlıyor. Çocukluğundan bu yana hem kaderinin, hem de sistemin ona biçtiği hayatı yaşamaya mahkum edilmiş Marie, yeni bir sabır testinin sonunda erkek egemen yargının önünde ona inanacak birini bulamayıp istemediği bir çıkmazla daha yüzleşmek mecburiyetinde kalıyor. Sonra da ikinci bölüm itibariyle Marie’den bağımsız yerlerde, ancak tam bağımlı bir hadisenin gölgesinde görevlerini devam ettiren iki dedektif ile tanışıyoruz. Kadınlara yöneltilmiş seri saldırıların ortak noktaları sebebiyle kısa bir süre içerisinde Marie’nin öyküsüyle dedektiflerimizinki de kesişiyor ve tek bir dosya içerisinde yapılan takibin nihayete ermesini, örgütlü kadın düşmanlığının bütün boşluklarından yararlanan bir caninin kafeslenmesini beklemeye koyuluyoruz. Öncelikle senaryonun erkeğe dair her şeyi ikincilleştirmekten çekinmeyişini alkışlamak istiyorum ben. Bu konulardaki kadın birliğinin mutlak surette “duyarlı” bir erkek polis, avukat, baba, dedektif gibi karakterle kirletilmesine alıştığımız için pek taze geldi bana Unbelievable’ın kendini konuşlandırdığı nokta. Diziye de adını vermiş inanması mümkün olmayan olaylar zincirinin esasında yaşadığımız hakikatın çok da uzağında olmadığını bilmek koca bir düğüm bırakıyor vicdanla omurga arasındaki küçük boşluğa. Bütün çarpıcılığını da bu yüzümüze çığlık atmadan astığı isyan bayrağına sığdırmış. Esasında çok gürültücü olmaması sebebiyle kutsamak da bana azıcık ucundan cinsiyetçi geliyor. Nedir yani, kulaklarımızın dayanabildiği kadar sese mi kulak vermeliyiz demek bu? Hayır, ama Unbelievable’ın tercih ettiği rotanın asfaltı o kadar yeni ki, ister istemez seyirci olarak az söz çok iş matematiğinin tesirine kapılıyoruz. Tüm bunlara ilaveten hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmamış iki aktristen, Merritt Wever ve Toni Collette, yetkin performanslar sağmış bu hikâye. Bilhassa Nurse Jackie’den beri yer aldığı işlerde sessiz kahraman olmayı başarmış Wever’ın alıştığımız ekonomik oyunu konuşulmaya değer. Bir şapkayı da Kaitlyn Dever’a çıkarmak lazım. Marie’nin yaşanmışlıkları kağıt üzerinde bile muhattabına dünyayı dar etmeye yeterli olmasına karşın Dever’ın ufacık boşluklara sığdırdığı kızgınlığı, kırgınlığı etkisini büyütüyor. Bir yerinden müşkülpesentlik yapacak olursam eğer lafı biraz dolandırmasına değinebilirim. Sekiz bölümü doldurmaya yetecek kadar öfkesi var ama senaryonun basit bir “Suçlu kim?” anlatısına dönüşmesinden korktuğum için çözüme daha çabuk ulaşmasını da beklemedim değil. Haricinde konduracak tozum yok. Benim gibi geç kavuşan varsa, derhal Netflix semalarına uçsun!
MVP: Merritt Wever (Karen Duvall)