Eleştiri
Beanpole
İkinci Dünya Savaşı’nın anlata anlata tüketilememiş kalıntılarında bu sefer 1945 yılının Leningrad’ına ışınlanıyoruz. Rusya’nın uluslararası film kategorisinde yarışmak üzere Oscar’a yolladığı Beanpole, Netflix’in Tall Girl isimli fecaatine konu olmuş kızcağızı kıskandıracak bir ana karaktere sahip. Türkçe’ye “sırık” olarak çevrilebilecek, orijinal adı Dylda olan film yaralarını henüz saramamış, yokluğun yepyeni anlamlar kazandığı, tarihin o korkunç sayfalarında geçiyor. Tozun tonlarından farklı bir rengin ekrana yansımadığı gerçeklikte savaşın fiziksel ve psikolojik tahribatının komünizm ne kadar da cıs bir şey diye buyuran geniş bir izahati yapılmış. Ancak tarafsız olmak gibi bir gayesi bulunmayan, ki mecburiyeti de yok, Beanpole yeni bir şey keşfediyor sanılmasın. Defalarca izlediğimiz sefalet pornosunun şok etkisi için çocuk öldürmeli, belli belirsiz homoerotik tansiyonlarla süslemeli bir türevi. Özetle aynı travmanın laciverti. Nobel ödüllü yazar Svetlana Alexeievich’in The Unwomanly Face of War isimli kitabından ilhamla yazılan senaryosunda ezber ettiğimiz “sinefil” tuzaklarının bir kokteyli var. Asker eskisi hemşire, ahlanıp vahlanmamız gereken mental instabilitesi ile en yakın arkadaşının evladından boğarak canını alıyor, sonra bu iki arkadaş hiçbir şey olmamış gibi yeniden üremek, doğmak, çoğalmak için kendi kurtuluşlarını yazıyor. Hangi motivasyonla bunun yapıldığı zaten şüpheli de işin asıl hastalıklı tarafı Kantemir Balagov’un bu bitmeyen kabusu teknik yetileriyle bezeyerek, tapılması gereken bir sinema harikası gibi pazarlamasında. Hayır, görsel anlamda işini doğru yapmasına kızdığım sanılmasın. Benim meselem uzaktan diz dövdüğü, neredeyse batılı sayılabilecek sakat bakış açısını da boğazımızdan içeriye tıkmasıyla. Öyle olması gerektiği için değil, sadece belli hikâye anlatım kalıplarını üzerine emanet olarak aldığı için temposunda, biçiminde, röntgenciliği fantezi hâline getirmiş tavrında gözle görülür bir aksaklık mevcut. Hislerimi kelimelere dökmekte güçlük çekiyorum ama zaten problemin kaynağı da biraz bu. Çok işlenmemiş “sanat” ürünü buram buram sahtekarlık kokuyor. Artık savaş filmi çekilmesin gibi bir yerden de tutmayacağım Beanpole’un ne olmak istediğini bilmeyen, en nihayetinde Ayla’nın Rusya temsilcisine dönüşmesi durumunu. Fakat en azından sırf gözümüzü okşuyor, o ucu bucağı olmayan umutsuzluğun bir fetiş objesi olmasının önüne geçilebilseymiş. Çünkü her ne kadar eşkâli bambaşka bir güdünün ürünü gibi gözükse de ana akımla aynı ahlaktan besleniyor. Seyircim acısın, seyircim üzülsün, karakterlerimin üçüncü bir boyutu olmasın, her şey gerçek algısı yaratsak da öykümüzün realitesine biraz insan eli dokunsun, yönetmen/senarist tanrılaşıp kuklalarını keyfine göre oynatsın… Belgeselden bozma kurgusalları bile mumla aratacak cinsten bir his yarattı bende kısacası Beanpole. Savaşa kimsenin elini sürmediği bir perspektiften, kadınların durduğu yerden bakmasının da bu alt türdeki ağırlıklı maskülen tavrı tek başına değiştiremediğini öğrenmiş olduk. Taş atmamış, dolayısıyla kolunu da yormamış Balagov’un tez vakitte Roberto Benigni ile tanışması dileğiyle diyor, kendimi stereotiplerden uzak yerlere ışınlıyorum.