Eleştiri
4 Film 400 Kelime: Dökümantasyon
Bir 4 Film 400 Kelime yazısına daha, öncelikle hepiniz hoşgeldiniz. İzlediğim filmleri erittiğim bu şahane bölümde bugün üç belgesel ve belgesel sayılabilecek bir bürokrasi pornosunu konuşacağız bugün. Esasında bu yazıdan her ay bir adet çıkarmak gibi bir niyetim vardı biliyorsunuz; ama Ocak başında askere gideceğim için biraz önümüz açılsın, biriktirdiklerim aradan çıksın istedim. Neyse lafı daha fazla uzatmayayım. Bütün olayı kısa kesmek zaten bu yazı serisinin. Aralık’ın ikinci sayısı huzurlarınızda:
HONEYLAND
İzleyene kadar dişe dokunur miktarda Türkçe barındırdığını bilmediğim Honeyland, Kuzey Makedonya’nın bu seneki Oscar aday adayı. Normal şartlar altında hiç umursamadığım, olanı biteni tarafsız bir şekilde belgelemeye yönelik üslubu, dil ve kültür benzerliğinin yardımıyla bana iyi anlamda tesir etti açıkçası. Işıksız mekanlardan çıkardığı görüntülere alkış tuttuğumu ekleyip filmin esas cevherinin Hatidze ve annesi arasındaki ilişki olduğunu da belirtmek istiyorum bu arada. Gerçi ikinci yarıda yerini başka hikâyelere bırakıyor ama ataerkil olarak kodlanmış toplumların nesiller arası, ebeveyn ile çocuğa mahsus ilişkisine dair çok taze ve hakiki bir tarafa sahip Honeyland. Bir de ben yeni ve eski dünya düzeni üzerinden değil, biraz arada kalmışların, başka coğrafyalarda azınlık eylenmişlerin öyküsü olarak okuyunca katmerlendi sevdam. Bu senenin “şimdilik” en iyi belgeseli diyelim mi?
TRIXIE MATTEL: MOVING PARTS
Geçim sıkıntısından, göçmenlikten, seçemediğimiz kaderimizden Trixie Mattel’in belgeseline geçmek de bir garip olacak ama neyse. Drag Race’ten çıkmış, ticari anlamda en başarılı drag queen Trixie iki sene önce vuku bulan hadiselerin hepsini filme alıp şan şöhret, travmalar biriktiren kuir bireyler olarak yetişkinliğe erişmek ve biraz da tüm bu spot ışıkları altında sahip olunan bütün soyut hislerin gerçekliği üzerine şahane bir belgesel çıkarmış. Yol arkadaşı Katya’nın mental problemleri sebebiyle pek tutmuş programlarını terk edişi, neredeyse tutucu ailesiyle bugün geldiği yer ve All Stars sonrası muhattap olmak zorunda kaldığı anlamsız negatiflik üzerine ham bir yapım. Ben hem keyifle, hem de yer yer gözlerim dolarak izledim açıkçası. Drag evrenine hâkimiyet gerektirdiği için herkese öneremiyor olsam da ünlü olma hadisesinin pek resmedilmeyen, karanlık yarısına dair hedefi ıskalamayan bir film yapmış.
THE REPORT
Birkaç kademe aşağı inip, Spotlight’ın açtığı kutudan çıkmış The Report’u konuşacağım şimdi de… 9/11 üzerinden yapılan siyasetin son durağında bu sefer dev bir tezgah ve çim ezen fil kılığındaki siyasilerin bürokrasi pornosu mevcut. Son 10 yılda çekilmiş neredeyse her berbat, kör parmağım gözüne, sözde politik mesajlı filmde (Contagion, Side Effects, The Informant!) imzası bulunan Scott Z. Burns’ün yeni filmi bana zeka pırıltılarından nasibine düşeni hiç almamış gibi geldi açıkçası. Dünyada ne olup bittiğinden bihaber Amerikalı izleyici için yapılmış, yeni başlayanlara House of Cards bağları tadında bir iş var karşımızda. Reel hissettirmek için gösterdiği üstün çaba sonunda gülünç duruma düşmese takdir bile edilebilir. Fakat 30 yaşımda yeniden Pıtırcık okumuş gibi hissettiren senaryosunun ciddi bir bakıma ihtiyacı var. Bir de Annette Bening’in oyunculuk tercihleri üzerine konuşmak lazım aslında ama yerimiz dar.
FOR SAMA
Belgesel yarışının mutlak favorisi For Sama bu sene izlediğim en kötücül filmlerden biri. Savaşın anlatılmasına, arkasındaki motivasyonların ne kadar boş olduğunun tekrarlanmasına, sonunda canı yananın hep masum insanlar olduğunun gösterilmesine hiçbir itirazım yok. Ancak For Sama kendi toprağını tanımayan ve ajitasyondan makas alarak okyanusun ötesindekilere avuçlarını açan o dilenci filmlerden biri. Burada tabii biz onların psikolojisini anlayamayız, takdir edilmek istemesinin arkasındaki sebep görülmek ve duyulmaya duyulan ihtiyaçla alakalı diye yorumlanabilir. Ama bıkmadık mı? En korkunç hâliyle, 5 dakika aralıksız ceset izleten bir filmin sinemalarda gösterilmesini değil de arşivlerde yerini almasını istiyorum ben. Katliamı en birinci sıradan izlemenin benim bir travmam var, aynısından sen de yaşa demekten daha öte bir aktivist kimliği yok çünkü. Hayır kere hayır!