Eleştiri
Uncut Gems
Deli, çılgın ya da zalim diye çağrılmayı sonuna kadar hak eden Safdie Kardeşler’in son alamet-i farikası Uncut Gems ile buluşabildik nihayet. Oscar yarışına Adam Sandler’ın muntazam performansıyla ortak olmaya çalışacak aksilikler trajedisinin merkezinde yine ve yine, kaosun orta yerinde yaşam savaşı veren bir ana karakter var. Kargaşayı ve bu bir türlü yoluna girmeyen düzeniyle vals etmeyi artık özümsemiş Howard Ratner, köşeyi dönmek üzerine kurulu motivasyonlarını arka arkaya dizip bitiş çizgisine zafer naralarıyla koşma peşindeki o adamlardan bir diğeri. Yalnız Howard’ın dünyasında bir NBA yıldızı tarafından şans getirdiğine inanılan “değerli” taş pek kanlı kapılara açılıyor. Bunu filmin başlangıcından, şiddetin fiziksel olmadığı anlarda bile kurgudaki ritim sayesinde seyircide bir baskı kurduğu bütününe kadar hep hissediyor ve karmanın birilerinin üstüne basarak daha yukarıya tırmanmaya çalışanları ısırdığını izliyoruz. Ancak Safdieler burada da bir set çekip, sınıf sohbetinin de değerli bir yerinden tutmuş. Çünkü alacaklı ile borçlunun arasındaki Tom ve Jerry’i andıran oyunda kaybeden daima Howard’ın temsil ettiği orta-üst sınıf ve tabii daha da katlanarak Yahudi çetelerinin temsil ettiği tepelerin ayakkabılarına çamur dahi fırlatmayan küçük adamlar oluyor. Ama bilmediğimiz pek bir cümle sarf etmese ve beyaz adamın pek kırılgan egosuyla günü kurtarmaya girişmese de tezgahını daha önce de tadına baktığımız bir yere kurmuş zekâlarına her filmleriyle daha da hayran kaldığımız Benny ve Josh Safdie ikilisi. Kutu büyüklüğündeki mağazada kapana kıstırdığı esas adamına ecel terleri döktürdüğü son blok haricinde Howard’ın oksijen alabildiği alanı da New York’un iki sokağına sınırlıyor Safdieler. Buradan çıkmak için köşeyi dönmeye, köşeyi dönmek için risk almaya, riskin karşılığını görebilmek için de her şeyin rast gitmesine ihtiyacımız var. Hayattan daha gerçek olmanın bedelini de her şeyi zora koşarak ve ticari bir yatırımın bile bu habitat içerisinde kumar sayılabileceğinin bilinciyle ödetiyor elbette. Uncut Gems’in bir çırpıda benzettiğim ilk film Coenler’in A Serious Man’i. Debelendikçe dibe daha da yaklaşılan bataklıktan bozma kader burada da Howard’ın kabuslarına bekçilik yapıyor. Fakat ben biraz hadsizliğe de girişip Hirokazu Koreeda’nın After the Storm’unu da hatırlatmak istiyorum. Taban tabana zıt iki vizyonun ürünü olsa da bu filmler minik bir ihtimalin yaratacağı sevinç dalgalarıyla ayakta duranlara dair kusursuz bir duble seyir olabileceğini düşünüyorum arka arkaya izlendiği takdirde. Ölmeden cehennemi yaşatan Uncut Gems’in absürtlükleriyle başka bir yere konumlandığı kesin. Ne de olsa Adam Sandler’ın kız arkadaşını kıskanıp The Weeknd’e (şaka değil) saldırdığı bir filmden bahsediyoruz. Daniel Lopatin’in klostrofobik müzikleriyle tesiri daha da güçlenen kara delikten bozma hakikatlerinde kolonoskopi kaydından saykodelik bir yolculuk sağmayı bile başarmışlar, daha ne olsun? Umuyorum izleyicinin üstüne ayağıyla basıp eziyet etmesi sonrası filmin esas başarısının bu olduğu Safdieler’in sinemasına aşina olmayanlar tarafından da takdir görür diyerek sonlandırayım yazımı. Oscar listesinde Adam Sandler’ın kariyer performansını görmek için dualarımı etmeye geri dönüyorum ben şimdi. Henüz arındığım kasvetinin herkese bulaşması dileğiyle…