Eleştiri
The Aeronauts
Biz yuhalamaktan bıktık, Hollywood stüdyo sistemi Oscar yemi çekmekten bıkmadı… Harvey Weinstein’in fişi çekildikten sonra “Oscar filmi” algısını 21. yüzyıla da taşıyan yapımların büyük bir çoğunluğu Akademi’den yüz görmedi açıkçası. Tamamen yok sayıldıklarını söylemek yanlış olur, ne de olsa daha geçen sene birinin En İyi Film ödülüyle kucaklaştığını gördük. Ancak sayılarının giderek azaldığı ve büyük dallarda bu tür işlere tek filmlik kontenjandan daha fazlasının ayırılmadığı da su götürmez bir gerçek. Aşağılık predatörümüz Harvey’nin The Imitation Game ile son yolculuğuna çıktığı yıl, The Theory of Everything adındaki başka bir Oscar yemiyle yaşlı ve beyaz Akademi üyelerinin ağzına bal çalmış Eddie Redmayne – Felicity Jones ikilisi 2019’da bir kez daha aynı formülün üzerine oynamayı denemiş The Aeronauts’ta. Dümdüz bir öyküsü var bu külüstürün. 19. yüzyılın ikinci yarısında balonla halkın huzurunda yükselip hava koşulları sebebiyle saatlerce gökyüzünde mahsur kalmış bir kadın pilot ile bir bilim adamının gerçekten yaşanmış ölüm kalım mücadelesi anlatılıyor. Bu yıl bize Wild Rose gibi kalbi kocaman bir bağımsız hediye eden Tom Harper, belli ki son yıllarda sıkça gördüğümüz uzay boşluğunda süzülüp giden astronotlara pek özenmiş diye düşündüm ben izlerken. Çünkü The Aeronauts kötü sahnelenmiş flashbacklerini bir kenara bırakırsanız, pek pahalı duran görsel efektleriyle birlikte bir nevi bugünün (ve tabii yarının) gezegenler arası yolculuğa dair gerilim filmlerini arka planında kostümlü drama olan bir kartpostala taşıyor. Başarılı oluyor mu? Kısmen. Filmin nefes aldığı yer kesinlikle Jones ve Redmayne’in balonda acı çekerek verdiği mücadele. Ne zaman ki iki karakterin ayakları yeryüzüne basıp geçmişten bir sahne gösteriliyor, film bir anda hantallaşmaya başlıyor. Ancak havadayken de çok iyi düşünülmüş diyaloglar ya da karakterlerin motivasyonlarını daha iyi ifade eden ikili münazaralarla The Aeronauts’un da tıpkı o balon gibi yükseldiği sanılmasın. Ezberden oynayan iki oyuncusunun yeşil ekran önünde verdiği performansları o kadar düz ki ben bir noktadan sonra acaba gökyüzünün derinliklerinde bir kusur yakalar mıyım diye tamamen görsel efektlerin içinde boğulmaya baktım. Sonuç koca bir sıfır. Zaten sırtını dayadığı üç farklı başlıkta (oyuncular, geçmişe yönelik anlatı ve janjanlı görseller) tek bir tanesi işliyor ise üzerine daha ne konuşulabilir bilmiyorum. Yine de keşke bu büyük ekran için yaratılmış şatafatlı fecaati sinemada izleseydim demeden edemedim. Eminim IMAX olduğu iddia edilen, gösterilmekteki filmin rasyosuyla oynamaktan çekinmeyen salonlardan birinde Felicity Jones’un cansız oyunu bile bir anlam kazanırdı. Son olarak buradan The Aeronauts’a yüz vermemiş ve sezon içerisinde adını anmamış bütün kurumlara da teşekkür etmek istiyorum. Lütfen bu bilinçle yolumuza devam edelim de bizden sonraki jenerasyonların alay malzemesi olmayalım. Driving Miss Daisy’den, Forrest Gump’ın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen aynı utanç verici zihniyetin tezahürünü görmek istemiyorum artık ben.