Dizi Eleştirisi
Schitt’s Creek (6. Sezon)
Buranın her şeyden evvel kişisel bir blog olduğunu hatırlamanıza yardımcı olacak bir yazıyla karşınızdayım bugün ve konumuz da önümüzdeki akıbeti belirsiz Emmyler’e damgasını vurmasını beklediğimiz bir yapım. Yayın hayatına 2015’te başlayan Kanada üretimi Schitt’s Creek eleştirel anlamda yakaladığı başarının ardından her yıl etki alanını daha da genişleterek yakın tarihin en büyük televizyon fenomenlerinden birine dönüştü biliyorsunuz ki. Dizi, iki komedi efsanesi Catherine O’Hara ve Eugene Levy’i barındırmasının haricinde bizi adını ezberlememiz gereken pek çok oyuncuyla da tanıştırdı üstelik. Ama esas marifet aynı zamanda senarist olarak da görev yapan, Schitt’s Creek projesinin yaratıcısı Dan Levy denilebilir. Çünkü güldürünün dramla kol kola girdiğinde sonuç verdiğinin de bilinciyle oğul Levy, ekran tarihine çok mühim bir eşcinsel çift hediye etti: David ve Patrick. Diziyle tanışmam, malum “Simply the Best” serenadını izlemem sevmenin, sevilmenin ne olduğunu öğrendiğim, sevgiye layık olduğumu anlayıp kendimi de bulduğum bir zaman aralığına denk düştüğü için çok mesudum aslında. Kurgusalın hayatımız üzerinde bu kadar tesiri olması belki biraz yanlış; ama Schitt’s Creek bu çiftin yolculuğu ile bildiklerimi onamamı sağlamıştı. Ve şimdi kırıntılarını dahi hayatımın herhangi bir yerinde göremediğim bu beraberlik uzak bir hatıra olarak yitip giderken David ile Patrick’in kaçınılmaz mutlu sonunu izlemek de ayrı bir noktadan vuruyor beni. Tünelin sonundaki ışığı bir kez daha hatırlamak adına yararlı gerçi. Belki adını çoktan ezberlediğimiz, belki de henüz tanışmadığımız birileri bekliyor orada. Ama ne fark eder ki? Mümkünmüş işte. Hayattan farklı şeyleri ister gibi görünür, dünyaya her şeyden korunmak için koca bir set çeker, “-mış gibi”ler kafamızı oyalarken bile bir olmak mümkünmüş. Hayal âleminde ya da değil, alternatif son tam önümüzde duruyor sere serpe. Her kaçışta aranan kollar, “Bunu kim yapar?” sorusuna “Gerçekten iyi bir insan.” dedirtecek eylemler, birbirlerinin macerasına dahil oldukları süreçte sadece mutluluğu ve huzuru tatmış çiftleriyle Schitt’s Creek hafızamdaki devasa kitaplığın en kıymetli yerlerinden birine oturdu böylece. Çok da tadında, hak edilmemiş finali bile küçük nüanslarıyla kabul edilebilir ve gerçek eyleyen bir yol haritası kullanarak hem de. Eğer ekrana veda edilecekse böyle edilsin. Şimdi Tina Turner’ın, Mariah Carey’nin ve James Morrison’ın satırlarında kaybolup bu ah keşke her şeyi en başa dönüp tekrar yaşasam, tek bir anını bile hiçbir şeye değişmem dedirten hatıradan birkaç adım uzaklaşma vakti. İnanın çok zor olacak. Ama elbet bir noktada tekrardan Schitt’s Creek olmadan önceki hayatıma geri dönmeyi başaracağım, biliyorum. Başka dizileri de sevebileceğim. Rose ailesinin o büyülü tuhaf sıcağının da etkisi elbet geçecek.
MVP: Annie Murphy (Alexis Rose)