Eleştiri
4 Film 400 Kelime: Nisan Çamurları
Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm derken yine attım kendimi 2020 sinema yılının kollarını. Blogu minimum bir sene daha kapatmama kararı almamın üzerine de oturdum elimde biriktirdiğim filmlerin başına. Menümüz küçük bir Avrupa ülkesindeki zincir restoranınkinden daha berbat ama 4 Film 400 Kelime’nin iyisi kötüsü olmaz biliyorsunuz ki. Burada tek toplanma amacımız, benim saksılık mertebesine bitmek bilmeyen itirazım tabii ki. Ya o fikri ifade edeceğim, ya da bu diyarlardan gideceğim. Hadi herkes inandığı bir üst güce duasını edip uğurlu gördüğü ayağıyla yeni dönemin ilk tembel günlüğüne adımını atsın!
COME TO DADDY
Elijah Wood’un saç kesimi üzerine inşa ettiği filmografisinde Come to Daddy, 2020li yıllarda inatla kafasına sefer tası kapatılmış gibi görünmek isteyen beylerimize ilham kaynağı olmaya aday. Komedi ile gerilimin vals ettiği filmde babanın hanesine yazılmış günahların bedelini 30 küsür yıl sonra çekmek zorunda kalan, kötü giyimli bir oğul/zat yordamıyla ataerkille ilişik her şeye nefret kusuluyor. Tüm şakasını bildiğimizi zannettiğimiz hiçbir şeyin gerçek olmaması üzerine kurması sebebiyle tek atımlık kurşununu ilk çeyrekte tüketmese belki bu geç gelen baba – oğul buluşmasının bir yerinden tutulur da şu hâliyle tam bir Migros VCD sepeti filmi. Zekadan yoksunluk da bir günah değil esasında. Ama bu durumdayken kendini olduğundan daha büyük bir şeymiş gibi pazarlamak bildiğin affedilmez günah. Come to Daddy’nin sıkıntısı da boğulmaya mahkum olduğu sularda kulaç atmaya çalışması zaten.
COME AS YOU ARE
2020’ye gelmişken, engelli üç arkadaşın Kanada’da kendileri gibi “özel ihtiyaçları” olan beylere hizmet eden bir geneleve çıkma yolculuğunu anlatan yapımda o üç kişiden en azından birinin engelli bir aktör tarafından oynandığını görmek istiyor şu gözler. Yaşanmış bir öyküden uyarlanmış Belçika üretimi bir filmin ABD adaptasyonunda ne yazık ki Ravi Patel malullüğü komedi öğesine çeviriyor, o da yetmiyor boşluklar Hayden Szeto’nun tekerlekli sandalye üzerindeki sfenks duruşuyla dolduruluyor. Ne güldüm, ne eğlendim, ne de Gabourey Sidibe’nin de ucundan dahil olduğu serüvende iletişime geçecek bir ayrıntı bulabildim, ki toplum olarak görmezden gelmeye pek meyilli olduğumuz bir kalabalıkla ilgili daha önce konuşulmamış bir perspektifi perdeye taşıyor Come As You Are. Herkesin birbirini ince, kalın, uzun, kısa diye ayırdığı bir zamanda engelli bireylerin cinselliğini irdeliyor. Ama beceremiyor be çocuklar. Hiç beceremiyor hem de.
COLOR OUT OF SPACE
Devrelerimizi yaksın diye yapıldığı her hâlinden belli Color Out of Space, Richard Stanley beyin yapmak istediği Lovecraft üçlemesinin ilk ayağıymış. Pek enteresan bir kariyere sahip Güney Afrika kökenli yönetmenin geçmişini yakın tarihte incelemek üzere bir yere not edip şık deliliğine dönmek istiyorum ama ben. Absürdist düzeneği ile seyircisine çapınız ne kadar diye soran filmin bütün niyeti kafa karıştırmak olduğu için tuzağa düşmeden önünüze bakmak güç. Çünkü mantıksızlıklar denizinde başına gelen her şeye rağmen önlem almayan ahali hayatta yüzleşecekleri her türlü kötülüğü hak edecek kadar ahmak. Ama Stanley senaryosundaki tatsız sürprizlerle bunu anlamamanız için üstün bir çaba sarf ediyor. Body-horror’ın neon iksiri seksenlerde terk edilmiş olması gereken bir stoner hatırası gibi de bir yandan. O yüzden meraklısı haricinde kimseyi bulaştırmaya gerek yok. Zaten bugünlerde kafamız yeteri kadar karışık.
SEA FEVER
Dün gece sırf vakit geçsin diye çıtır çerezlik bir şey arayıp, Samanyolu ve Flash TV’nin eşsiz oyuncu havuzunu kıskandıracak performanslara takılınca istemsiz komedi olarak gözümü kırpmadan tükettiğim Sea Fever’la da kapanışı yapalım. Kimilerince iyi bir fikri olduğu söylenerek kayırılsa da ben yardımcı olayım, Sea Fever’ın ne bir fikri var ne de olmayan fikrini uygulamaya geçirebilecek bir beyni. Su kaynaklarında ortaya çıkan ve bütün tayfayı yavaştan eline geçirmeye başlayan bir parazitle verdikleri görünmez savaş şu an içerisinde bulunduğumuz dünyanın bir temsili, bunu kabul ediyorum. Ama berbat bir babayla büyümüş her bireyin Erkan Petekkaya dizisi beğenmesi kadar absürt bir durum olur sırf günü yakaladığı için Sea Fever’ı kutsamak. Bir de öyle bir çözüm yazmış ki kendine insanın koca göbekli Santa’yı kıskandıracak hoplatma hareketleriyle kahkaha basası geliyor. Olmayan ne diye sorabilirsiniz. Ben de size sadece “Evet.” diye cevap verebilirim. Bilmem anlatabildim mi?