Dizi Eleştirisi
Little Fires Everywhere (Mini Dizi)
Uyarlandığı materyalin suyunu çekmiş olsalar da sırf tuttuğu için ikinci sezonu yapma planlarının gündeme geldiği mini dizi (bakın altını çize çize söylüyorum mini dizi diye) Little Fires Everywhere nihayete erdi geçtiğimiz günlerde. Meslektaşlarına kıyasla kadın anlatıcılara, hikâyelere, ağırlıklı setlere daha çok yatırım yapan aktris ve şimdinin prodüktörü Reese Witherspoon önderliğinde atıldık yine bir maceraya. Celeste Ng’nin zamanında çok satan listelerini de görmüş romanından uyarlama yapım doksanlı yıllarda, küçük bir kasabada geçiyor. Yine büyük büyük evler, bu hayatı yaşayan insanlar izleyeceğiz gibi hissettirip Big Little Lies’a göz kırpar gibi olsa da Little Fires Everywhere’in meselesi çok başka. Çünkü Amerikan rüyası ve banliyö hayatının ışıltısını alıp iki kavramın da içini boşaltarak tüm değerlendirmesini ırk ve sınıf üzerinden yapıyor. Hikâyenin görünürde bir beyazı, bir de siyahı var aslında. Hem eylemlerle, hem de ten rengiyle onları etiketlendireceğimizi düşündürüyor bir süre. Ancak esas marifeti doğru ile yanlışın birbirine karıştığı, tüm mübalağalı dramalarına rağmen gerçek birer insan gibi hissettiren, en nihayetinde kusurlu kadınları ve etrafını çevreledikleri insanları anlatıyor olması. Kabul etmeliyim, başladığı noktada Witherspoon’ın kariyerinde bir kez daha aynı pasif agresif domestik kadını oynamasına biraz sinirlenmiş, Kerry Washington’ın da ezberlettiği sütten çıkmış ak kaşık rolüne bürünmesinden dolayı filmografilerindeki tekerrürü düşünerek eleştiride bulunmuştum. Ama yanıldım. Bilhassa içerisine New York’u sığdıran bölümle birlikte yeni bir zirveye dokundu dizi. Hayal kırıklıklarının maddiyat, konum, ayrıcalık tanımadığını hatırlattı bir güzel. Kendinizi ne kadar ayrı dünyalara ait hissediyor olsanız da aynı kapıdan girip aynı kapıdan çıkıyoruz dedirtti. Yalnız övgüleri topladığı ve ilginç bir rotaya direksiyonu kırdığı o kritik bölümün ardından gelen katarsisin doyurucu olduğunu söylemekte güçlük çekiyorum. Beyaz bir çiftin evlatlık edindiği Uzak Doğulu kız çocuğu üzerinden yeni bir katman daha koymaya çalışmış belli ki Celeste Ng kitabında. Siz ne kadar renk körü olursanız olun doğuştan sahip olunmuş CV’nin hâlâ hatırı sayılır bir yeri var diyor gerçek dünyada. Bunun dizinin merkezine yerleştirdiği çatışmada önemli bir yer taşıdığına dair ise derin şüphelerim var. Witherspoon ve Washington’ın karakterleri arasında fitili ateşlenen düşmanlığın salt çocuklarına yansımış kısmında dahi yeni cepheler gerektirmeyen bir Amerika özeti mevcutken dallanıp budaklandırmanın anlatı namına ne sağladığı şüpheli. Öyle ki finale sığdırılmış kim kime dum duma öfke patlaması da bu mahkeme havası solutan koşuşturmacanın ardından pek havada kalıyor. Neyse ki bütün dağınık parçaları birbirine bağlayan üstün bir Reese Witherspoon performansı var yine ortada. Neden kendi jenerasyonunun en iyi aktrislerinden biri olduğunu hatırlatır nitelikteki oyunu ile finale doğru bocalayan diziye yön veriyor. Kerry Washington da… Orada işte. Sağolsun.
MVP: Reese Witherspoon (Elena Richardson)