Dizi Eleştirisi
Normal People (Mini Dizi)
Sally Rooney’nin Türkçe’ye de çevrilip çok satanlar listesinde yerini almış Normal İnsanlar isimli romanı hem kendi ülkesi, hem de Booker gibi uluslararası platformlarda baş tacı edilirken kısa bir sürede dizi uyarlaması da edindi kendine. Her şeyi Amerikanlaştırmaya pek meraklı endüstride kimsenin eline geçmeden, ana vatanından RTÉ’nin desteği ve BBC – Hulu ortaklığının katkısıyla 12 bölümlük bir mini yapım olarak seyirciyle buluştu. Sosyal medyada neredeyse herkesin kahve fincanlı cam önü pozlarında kenardan mavi yeşil kapağıyla göz kırpan kitap, İrlanda’nın küçük bir şehrinde başlıyor ve iki farklı dünyanın insanıymış gibi duran Connell ile Marianne’i anlatıyor. Hem karakter, hem de ait oldukları sosyal sınıflar arasındaki uçurum ara ara kendisini belli etse de kaderlerinin onlara armağan ettiği bütün iniş çıkışları birlikte tadıp, hayat çizgilerinin büyük bir kısmını birlikte geçiriyor bu iki genç. Sevmenin, büyümenin, özgürleşmenin, birey olmanın getirdiği hengamelerle darbeler alıp kavrulurken, zaman zaman başkalarına kucak açılsa da yolları asla ayrılmıyor, ayrılamıyor. Rooney’nin incelikle ele aldığı ilk aşk, ilk seks, ilk kalp kırıklığı zirvesi herkesin tanıdık bulacağı pek çok hise ev sahipliği yapmakta. Hikâyenin dallanıp budaklanabilmesi için araya serpiştirilmiş travmalarında bile birebir olmasa bile, o yaşlara has sevilmeye layık olmadığımızı düşünme eğiliminin resmî geçidi mevcut. Filmografisini Florence Pugh’u dünyaya tanıtmış Lady Macbeth ve pek sevdiğimiz Succession’ın ikinci sezonunda senaryo odasında yer alarak süslemiş Alice Birch ile ele ele vererek romanını ete kemiğe büründürmüş Sally Rooney. Ve yine adanın hatırı sayılır vizyonerleri, Lenny Abrahamson ve Hettie Macdonald sayesinde, Trinity Üniversitesi’nden İtalya’daki yazlık eve, Erasmus yollarına düşülmüş İsveç’ten o mini mini İrlanda’ya has dairelere kadar her mekanın büyüsünü ekrandan taşırıp seyirciye ulaştırmış. Tamamen üst kalite bir iş ortaklığının ürünü, gençliğimizin en toy yıllarına davet edip üstünü sardığımız yaraları, hepimizin “o kişi”sini, bizi büyümeye teşvik etmiş büyük aşkımızı, ilişkilerin doğasındaki karmaşıklığı hatırlatıyor kısacası. Tüm bunlara ilaveten aralarındaki kimya ve üstün yetileri sayesinde bir an olsun gözlerimizi üzerlerinden ayıramadığımız iki başrolü de, Daisy Edgar-Jones ve Paul Mescal, olağanüstü keşifler olunca kendimizi bütünüyle kaybediyoruz bu buruk anlatıda. Yılın televizyon olaylarından biri olarak konuşulacak mı bilinmez. Sadece yakın tarihin en hakkı verilmiş adaptasyonu olduğunu söyleyebiliyorum. Yeniyetmeliğin açlığından sebep cinselliği resmetmekten kaçınmazken alışılagelmiş kadın vücuduna ağırlık vermiş sahnelerle süreyi doldurmuyor oluşu da artı puan. Sıfır noktasına neredeyse yakın olduğumuz, masumiyet adı altındaki bütün tabuları yıktığımız bir zaman aralığından katkı maddesiz içgüdüleriyle iki bedeni de birbirinden ayırt etmeden yol alıyor. Artık benim çenemi daha fazla yormadan herkes ekranın karşısına geçip bu son TV mucizesinin tadına bakabilir mi lütfen?
MVP: Paul Mescal (Connell Waldron)