Pride Boy
#PrideBoy: Symbiopsychotaxiplasm (Take One)
Pride ayında bu yıla özel olarak zulmün ve ayrımcılığın en büyüğüne maruz kalan siyah anlatıcılara, hikâyelere ve karakterlere yer vereceğimi belirtmiştim biliyorsunuz ki. Kısa süren bir hastalık döneminin ardından daha çok çalışmak üzere klavyemin ve ekranımın başına oturmuş bulunmaktayım. Yalnız çok büyük izleyici kitlelerine ulaşmamış Symbiopsychotaxiplasm: Take One’ın bu seçkiye ne kadar ait olduğundan emin değilim. Belgesel ve kurgu arasındaki sınırları tek kalemde silip atan William Greaves, olmayan bir senaryoyla hiç de olmayacak bir filmin kamera arkasına davet ediyor bizi. Film içerisinde film içerisinde film içerisinde film içerisinde film diye saatlerce uzatılabilecek bir tanımlamanın tezahürü. New York’un kargaşası yaradılışına mahsus parçası Central Park’ta oyuncuları, ekibi ve arka planda bu gerçekliğe ait olmadığını düşünsek de tüm anlatının en reel parçaları olarak arz-ı endam eden New York/Central Park ahalisi. Dönemin toplumsal yapısından sebep bütün çatışmaları en çıplak hâliyle ekrana taşıyan Greaves, siyah bir anlatıcı olarak maruz kaldığı sistemli ırkçılık eseri minör güvensizlikleri, yüzleşmelerde geri çekilen görüşleri de bir bir ayyuka çıkarıyor. Ama sanki bir noktadan itibaren bu toz bulutunun bir yerlerinde kendini de kaybolmaya ikna etmiş ve her konuda fikir sahibi bembeyaz kadrosunun dünya görüşlerini sansürsüz bir biçimde filme yedirirken olayların onu götürdüğü yöne tümüyle teslim olmuş. Cinéma vérité kavramının en has örneklerinden birini yaratırken olmayı seçtiği beceriksiz ve hatta kadın düşmanı kişi gerçek personasının hangi kısmında varlığını sürdürmekte bilen yok. Yalnız Symbiopsychotaxiplasm’i ilgi çekici kılan da tam olarak bu. Ekibin Greaves’in arkasından planladığı başkaldırının geçerli sebepleri teker teker sıralanabilecek olsa da eyleme geçme kısmında güç aldıkları şeyin tam olarak ne olduğunu çözmekte zorlanıyoruz. Sanatı sanatçıdan ayırmazken, bireyi de ten renginden ayırmıyorlar mı yoksa? Soru üstüne soru, reelin üstüne kurgu derken, neticede ortaya bunlar gerçekten oluyor sanırım diye tebessümle suçluluk duygusu arasında bir yere sürüklüyor kısacası Greaves muhattabını. Metabelgesel kavramını literatüre kazandıran yapı bozumunda seçtiği anlatım ve çekim tercihleriyle de izlememiz gereken bir şeye tanıklık ediyormuşuz hissiyatını kucağımıza bırakıyor direkt. Sanıyorum kült statüsünü yeteri kadar izleyiciye ulaşmaması üzerinden de elde eden bir sinema mucizesine tanıklık ettiğim için yersiz bir gururla hafızama kazıyacağım ben de. Anlatısının bir parçası olmuş her aldanışın yarım asır sonra bile geçerliliğini koruduğu bilinci sırtımda koca bir yük oluştururken üstelik.