Eleştiri
Herself
Asrın en kötü müzikali Mamma Mia ve Meryl Streep’e yersiz bir Oscar ödülü getirmiş The Iron Lady’nin yönetmeni olarak tanıdığımız Phyllida Lloyd, prömiyerini Sundance’te yapmış yeni filmi Herself ile konuğumuz bugün. Bizzat senaryoyu yazıp başrolde de boy gösteren Clare Dunne ile yaptıkları iş birliğinde eşi tarafından psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalan bir kadının iki kızıyla birlikte yeni bir hayat inşa etme mücadelesi anlatılıyor. Kendine bütünüyle İrlanda’yı mesken edinmiş Herself’te “inşa etme”yi sözlük anlamıyla alıp sıfırdan bir ev kurmasını izliyoruz ana karakter Sandra’nın. Yanında çalıştığı doktorun ön ayak olması ve etrafındaki yardımsever kişilerin de katkıda bulunmasıyla Sandra, kendini tamamen çocuklarının babasından soyutladığı, hayalindeki ev, o kumdan kale için varını yoğunu ortaya koyuyor. Sonrası, katran karası elleriyle sürekli ortalığı kirletmek isteyen bir canavara karşın baş koyduğu yolda bir adım dahi geri gitmeyen bir kadının öyküsü zaten. Filmle ilgili eleştiride bulunabilecek çokça şey var esasında. İrlanda ahalisinin yardımseverliğinin altını çizerken etraf çokça karton karakterle dolmuş mesela. Bir yandan küçük kurgu numaralarıyla bütün fırsatlar kullanılarak, o şiddet anı sürekli seyirciye hatırlatılıp sanki bütün duygusal temeller buraya atılıyor. Epeyce tahmin edilebilir hesaplaşması, final bloğundaki son tümseği ve Lloyd’un bir yönetmen olarak yaptığı sıkıntılı tercihleri sorguladığımız daha pek çok detay… Ancak Clare Dunne, kalemiyle de varlığını gösterdiği için olsa gerek, filmi öyle bir sahiplenmiş ki iki orkestra şefi ayrı yerlerden kendi borusunu öttürürken, ekonomik ve etkin performansı her problematik eklentiyi göğüsleyip yere yumuşak bir iniş yapılmasını sağlıyor. Filmin kalbi olmuş tabir-i caizse. Sandra’yı anlamak için basit insani değerlere sahip olmak yeterli gelse de, iki evladı ve kendisi için en iyi olana elindeki kısıtlı imkanlarla kavuşmaya çalışan bu kadını Dunne içimize işliyor. Merdivensiz kuyusundan dışarıya çıkmaya çalışırken Sandra’yı itekleyen bir şans faktörü de var tabii; ama en nihayetinde kurgusal bir anlatı izlediğimizin farkındayız hepimiz. Burayı dengeleyen de her şeye rağmen, suçluluk duygusuyla, sırf mücadele etmek zorunda kalmayacağı için eşinin eski hâlini özlediğini haykırması bence. Hakikat tam olarak burada saklı çünkü. Sandra’ya neden daha önce terk etmedin yerine, şiddeti uygulayan tarafa neden durmadın diye sormayan adaletin bilemediği, göremediği, hesaba katamadığı her şey bu minik virgülde gizli.