Eleştiri
Cicada
Bağıra çağıra kuir olmanın tadına vardıktan sonra artık benliğinizle birlikte yazıya döktüğünüz düşünceleriniz de herhangi bir dolap kapağının arkasında saklanıp kalmadığından oto sansür uygulamak zorunda kalmıyorsunuz, malum. Tabi işin içerisinde yaş almanın da ekstra bir payı var ama o özgürlük sayesinde edindiğiniz deneyimlerin film okurken kullandığınız metotlara da etki ettiği aşikar. İşte sırf bu yüzden kendi miladımın öncesinde tükettiğim her kuir öykü ile ilgili kayda geçirdiğim fikirlerime şüpheyle yaklaşıyorum. Neyse ki bugün üzerinde duracağımız Cicada’ya beslediğim hislerin içerisinde bastırılmış bir şey yok artık. Filmi dümdüz sevmemek için geçerli sebeplerim var… Nereden başlayalım? Cinsel devrimini yaşamış ve yaşamakta olan her birey gibi biseksüel beyanlı ana karakterimiz Matt’in (Matthew Fifer aynı zamanda filmin yönetmeni ve senaristi.) kendine olan saygısını az biraz yitirdiği günübirlik maceralarla açıyor perdesini Cicada. Tabii ki de ufak seyirde ahlakçı bir ima var. Çünkü sevişmek eylemi ve bir başka beden yanındayken kendi ederini görerek büyümeye yeltenmek, anca ömürleri boyunca varlıklarından nefret etmeleri buyurulmuş kuir bireylere ait olmalıymış algısını hâlâ aşamadık. Fifer’ın kendi günlüğünden hareketle adını aklamak üzere yazdığını düşündüğüm bu tatsız sayıklamanın da esas problemi bu. Travmalarını koyduğu sandığa ulaşıp açmak, gerçekle yüzleşmek için elini oyalarken sürekli bir yargı hâlinde. İşin kötüsü burada kürsüye çıkardığı da alter egosu falan değil, direkt kendisi. Kurgusalla belgesel arasında gidip gelirken çektiği ip sürekli ayağına takılıyor. Tüm bu klişe beyaz gay safsatasında karşısına siyah, az biraz feminen, kolostomi torbasıyla arz-ı endam eden sözde daha sıra dışı bir karakter yerleştirerek de tam anlamıyla tüy dikiyor. Kimseye hangi hikâyeyi anlatması gerektiğini söylemeye tabii ki de hakkımız yok. Fakat Cicada’nın senaryosu gelişmek için çok geniş bir alana ihtiyaç duyduğu kesin. Duygusuzluğuyla övünecek kadar ileriye giden her bedeni, rolü ısrarlı bir biçimde kupkuru oynayarak kartonlaştıran oyuncularla birleştirince kaçacak bir yer de kalmamış. How I Met Your Mother ahalisinin görünce başına üşüşeceği Cobie Smulders haricinde tamamı tanınmamış oyunculardan oluşan kadro nefes almamıza izin vermiyor zaten, daha neyi konuşuyoruz? New York’a has büyük şehirde yaşama problemli buhranları da rafa kalksın ayrıcalıklarla birlikte, biz epey tokuz.