Eleştiri
Limbo
LFF defterini bütünüyle kapatıyorum bugün nihayet ve uzun uzun konuşacağım son film de Ben Sharrock’un festival seyircisi tarafından oylanan ödülde ilk üçe giren harikası Limbo olacak. Bilhassa yaşadığımız coğrafya sayesinde epey aşina olduğumuz göçmen sorununun Suriye ayağı her türlü ayrımcılığa karşı var olma mücadelesiyle sınanırken, kuzeyden de çağdaş siyaseti kuşatan meseleyle alakalı olarak birkaç örneğe rastlamıştık son yıllarda. Ancak sanıyorum ki Limbo kollarını iyice sıvayıp Suriyeli bir mülteciyi de merkezine alarak kelamı evrensel olabilen ilk kurgusal yapım. Aki Kaurismaki’nin araladığı kapılardan Britanya’ya has bir mizahla giriş yapan Sharrock, ülkelerindeki mevcudiyetlerini resmî bir konuma ulaştırmadan evvel İskoçya dolaylarında hayali bir adaya yerleştirilen sığınmacıları konu alıyor. Annesi ile babasını ardında ve hatta Türkiye’de bırakan Omar, eline alırsa hayatına hiçbir şey yokmuş gibi devam ettiğini hissedip suçluluk duygusuyla yüzleşeceği korkusuyla udunu kolunun altına sıkıştırıp kafası kesilmiş tavuk gibi dolanıyor Limbo’da. Belli belirsiz bir öfkesi, ama tabii bunun önüne geçen kaygıları çaresizce mecbur bırakıldığı çalışabilme, nefes alabilme, insan yerine konma arzusunun eseri. Farklı kültürlerden ve topraklardan benzer umutlarla buraya gelen yol arkadaşlarıyla birlikte sonunu kimsenin göremediği bir bekleyişin parçası oluyor. Sharrock’un filmini, tutunduğu komedi ağırlıklı tavrına rağmen bu kadar çarpıcı kılabilen şeye değienecek olursak… Zulümün en karanlığından kaçan ana karakterinin her şeyin cetvelle çizildiği, bütün parçaları karikatürü andıran o kuzey habitatında sükunet ve belirsizlik ile yeni bir kabusun kollarına bırakılması bence esas marifeti. İhtiyaçlarını almak üzere gittiği ofisten sürekli alakasız bir şeyle dönen ev arkadaşı, bir tavuk uğruna çıkan gürültü, yaşadıkları yerin her şeyden bir adet bulunduran ıssızlığı da göçmen deneyiminin değiştirilemeyen umutsuz tarafını temsilen acımasız koşulların altını mizahi bir tonla çiziyor. Sharrock, dikenli tellerle bezeli bir yolda kendi patikasını öyle güzel çizmiş ki, şakalarının nerede durması gerektiği konusundaki sağduyusu da Limbo’yu daha da özel kılıyor. Oyunculuktan ziyade bir yönetmen ve senarist filmi olarak değerlendirilebilecek yapımda her şeye rağmen başrol Amir El-Masry’nin parlıyor olmasını da not düşmek gerek. Küçücük bir telefon kulübesinde Türkiye’yi arayarak annesiyle yaptığı konuşmalar hem filmin hem de oyununun duygularımıza hitap eden kısmında görevini başarıyla yerine getiriyor. Absürt ve absürdist komedi anlayışının nefeslenmesi gerektiği anlarda El-Masry ekonomik ancak etkileyici performansıyla devreye girerek bitirici vuruşları yapıyor. Sırf safran poşetini gördüğünde yüzünde beliren ışıltı bile methiyeler düzmeye yetecek güçte.