Eleştiri
Happiest Season
Önce şunu kabul edelim isterseniz… Herkes en başarılı olacağı mesleği icra etmiyor bu dünyada. Bazen koşullar sebebiyle, bazen de yanlış ideallerin peşinden koşulduğu için kendimizi ait olmadığımız uğraşılarda dirsek çürütürken bulabiliyoruz. İş sanata geldiğinde de bu gerçek kayıplara karışmıyor. Genelde hayatın sürüklemesine izin vermeden bizzat kişi tarafından seçilen bir üretim alanı olduğu için aksi düşünülmezmiş gibi gelse de kanlı canlı örneği karşımızda işte: Kristen Stewart. Ağzıyla kuş tutsa yaranamaz demeden aldığı her rolde yeniden şans tanıdığımız, eski rol ve yol arkadaşı Robert Pattinson gibi o da kendini geliştirecek diye bir köşede usulca beklediğimiz KStew, esas personasını gözüne ışık tutulmuş tavşan misali performanslarına işlemeye devam ederek başarısız karakterizasyonlarla kariyerini süslemeye devam ediyor. Twilight ile gelen şöhretini kuir bir birey olarak kanatlarını çırpmasıyla birlikte farklı bir yere taşıdığı için desteğimizi esirgemeyecek olsak da malzeme ortada. Hani en kolay yoldan tembel öğrenciye “Herkes okumak zorunda değil.” diye buyurulur ya, Kristencığımız için de konu bu kadar basit aslında: Herkes oyuncu olmak zorunda değil. Ama dediğim gibi yılmadan, bu sefer olacak diye her filminin başına büyük bir umutla oturmaya devam ediyorum ben. Ana akım Noel filmlerinin lezbiyen çift içeren bir versiyonunu hiç izlemedik diye görselleri geldiği anda yüksek yüksek tepelere çıktığımız Happiest Season’da da gelenek devam ediyor. Kristen Stewart, Kristen Stewartçılık oynayarak filmdeki partneri Mackenzie Davis’in toksik, ne istediğini bilmeyen, heteronormatif zihniyeti sebebiyle hayatına giren kadınlara da acı çektiren korkunç karakterini bir şekilde daha tahammül edilebilir kılmış. Ne yazık ki “Oh nihayet basmakalıp romantik komedilerin LGBTQ+ temsilli bir versiyonunu izleyeceğiz.” dediğimiz noktada yüzleştiğimiz manzara daha kat edilecek çok yolumuz olduğunu ispatlar nitelikte. Happiest Season’ın klişe denizinde yüzüşü temelde bir sorun yaratmasa da öyküsünü süslemeye hiç vakit ayırmamış aktrisliğiyle tanıdığımız yönetmen/senarist Clea DuVall. Öyle ki acaba sadece cis eşcinsel erkek öykülerine ve perdedeki karşılıklarına mı reaksiyon veriyorum diye düşündürten Dan Levy’ın varlığıyla, lezbiyen çiftine odaklanması gereken filminde hedef şaşırtmış. Gerçi bir benzerini de Happiest Season’ın ihtiyacı olan “insani” tarafı ete kemiğe büründüren Aubrey Plaza ile başarıyor. Bir tarafta herkesin açılma hikâyesinin farklı olduğunu hatırlatıyor, diğer tarafta da “ben” olmaya cesaret edemediğimiz yılların faturasını çıkarıyor iki başrolü yerine seçilseymiş keşke dedirten bir yıldızla. Tabii tüm bunlar en nihayetinde çok sıkı, belli kurallara göre yetişmiş ve hareket etmiş bir ailenin yörüngesinde dönmemizle alakalı olabilir. Ancak çizdiği aile portresinde de yerine oturmayan çokça şey var. Nancy Meyers filmlerini aratmayan setinden gerçek hissiyatı beklemesek de plastik kokusunun bir sınırı olsun istiyor insan. Yine de, bakın her şeye rağmen savunuyorum, son dönemece sığdırdığı 1-2 mesajını esas kızlarımızdan biri evlerden ırak, psikolojik şiddetin sözlük karşılığı bir lezbiyen olsa da pek iyi niyetli buldum ben. Heteroseksüeller aynı filmden her yıl 100 adet çekiyor. Azıcık da biz batıralım!