Takip et

Eleştiri

Rocks

tarihinde yayınlandı.

Yönetmen: Sarah Gavron | Oyuncular: Bukky Bakray, Kosar Ali, D’angelou Osei Kissiedu, Shaneigha-Monik Greyson, Ruby Stokes, Tawheda Begum, Afi Okaidja, Anastasia Dymitrow, Sarah Niles, Layo-Christina Akinlude, Sharon D. Clarke, Joanna Brookes, Kaine Zajaz, Brie-Morgan Appleton, Ashley Merino Bastidas | Senaryo: Theresa Ikoko, Claire Wilson | 93 dakika | Drama

Ödül sezonunu sevme sebeplerimden biri de büyük kuruluşların haricinde çıkan aday listeleri sayesinde saklı hazinelere ulaşma, varlıklarından haberdâr olma şansına erişmemiz. Televizyonda başlayan kariyerini Brick Lane ile beyazperdeye taşıyıp, sonrasında da Birleşik Krallık’ta kadınların seçme ve seçilme hakları için verdiği mücadeleyi konu alan Suffragette’i çeken Sarah Gavron’un yeni filmi Rocks da bu yolla çıktı önüme. BIFA’dan (İngiliz Bağımsız Film Ödülleri) 15 adaylık koparan yapım, günümüz Londra’sının görsel anlatılara çok da konu almayan bir parçasına odaklanıyor. Avrupa’da ırk-millet çeşitliğinin en fazla olduğu rüyaların şehrinde, dışarıdan alınan kontrolsüz göç ile birlikte ekonomik ve buna bağlı olarak siyasi problemler de beraberinde gelmekte. Birey olarak varlık gösterme çabasının maddi manevi yıkıcı tarafı, sorunlarını konuşmayıp örtbas etmeyi ilke edinmiş bir kültürde ne yazık ki fazla dile getirilmiyor. Rocks da vitrinini tam olarak buraya kuruyor denemez. Mental sağlığı yerinde olmayan bir annenin iki evladını bir anda terk edip gitmesinin ardından, evin genç kızının hayata dair bütün sorumlulukları üzerine almasından hareketle bir hikâye oluşturulmuş. Ancak bu karakterlerin kim olduğunu anlamak için de o ışıltılı şehrin güçsüzü yutmaya ne kadar meyilli olduğunu bilmek, artık sadece beyaz bir kalabalığı temsil etmese de kaynakların eşit dağıldığı ideal bir dünyada yaşamadığımız için ayrıcalıkların bütün sınıflandırmaları aşan adaletsizliğine de az çok hâkim olmak gerekiyor. Mevcut koşulları kavradıktan sonra filme de adını veren Rocks lakaplı esas kızımızın kendi kaderini seçememesi üzerinden bir çığlığa evriliyor film. Gavron’un hikâyeyi kurarken kendini konumladığı yer sayesinde de bu veryansını bir an olsun ana karakterden dinlemiyoruz. Aksine kamerasını konumladığı yer itibariyle, duygu sömürüsüne de mahal vermeden, isyan etme görevini bütünüyle seyircisine yıkıyor, ki Ken Loach benzetmeleri de tam olarak burada başlıyor aslında. Bunda iki farklı dünya inşa etmesinin payı büyük. Annesiyle zamanında da aynı problemleri yaşadıkları için ilk gittiğinde durumu olağan karşılayan Rocks’ın nefes bile alamadığı gerçekliğinde suratı bir an olsun gülmez, bir yetişkini bile yıldıracak güçlüklere kardeşi için göğüs gerer, hayatta kalma içgüdüsüyle canını dişe takırken kim olduğunu unutuyoruz. Ne zaman ki Rocks, arkadaşlarının yanına gidip küçük şakaları, içimizi ısıtan tebessümüyle mutluluğa dair ufak da olsa bir rezim çiziyor, işte o zaman hem bir çocuk hem de en nihayetinde gerçek bir insan olduğunu hatırlıyoruz. Gavron, hayatın tam olarak da böyle bir şey olduğunun fazlasıyla farkında. En dar zamanların arasına, o gencecik, mücadeleden yorgun düşmüş bedeni dinlendirmek için, minicik esler sığdırıyor. O okul zili çaldığında yine aynı eve dönülmeyecek mi, dertler akın akın üstüne gelmeyecek mi zaten diye sorup kol kanat geriyor sanki kahramanına bir anlatıcı olarak. Filmografisinde ilk kez elindeki metini değerlendirebilmiş olmasının verdiği haklı gururun devamında başarıları getirmesi bir tesadüf değil yani. Bu genç kadını muntazam bir biçimde canlandıran Bukky Bakray’i de es geçmeyelim ama. Eğer ciğerimize umutsuzluk işlerken gözlerimizden yaşlar süzülüyorsa bunun bir sebebi de bu müthiş keşiftir.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin