Eleştiri
Shithouse
Kimsenin izlemediği filmleri tüketme alışkanlığımın son örneklerinden biri de pandemi yılını dijital ortamda gerçekleştirilen festivallere uğrayarak geçiren Shithouse oldu. South by Southwest iptal edilmesine rağmen Jüri Büyük Ödülü alan yapım, Cameron Raiff’in yönettiği, yazdığı, oynadığı, prodüktörlüğünü üstlendiği bir coming of age (büyüme) hikâyesi. Temelini, Amerikan kültürünün bir parçası olan, üniversiteyi kazandığında yeşerip boy vermek için başka şehirlere uçuşan gençler üzerinden kurmuş. Babasını erken yaşta kaybeden esas karakterimiz annesi ve kız kardeşini arkasında bırakarak evinden kilometrelerce uzakta yetişkinliğinin ilk sınavını veriyor. Yurdun etrafına çevrili hayatı bir türlü uyuşamadığı oda arkadaşı onu nereye iterse oraya gitmek ya da gitmeye çabalamaktan ibaret. Yemeklerini bile odasında yiyen, annesi üzülmesin diye arkadaşları olduğu konusunda ona yalan söyleyen sözde bir “kaybeden” Alex isimli karakter. Yolu, konakladığı yurdun kat sorumlusu Maggie ile kesiştikten sonra geçirdikleri garip ama bir o kadar da akılda kalıcı gece sonrası hayattaki en büyük öğretilerden birine ulaşıyor Alex: Paylaştıkça çoğalmak. Shithouse’ta etten duvar örerek teşhire kapadığımız bütün yaralarımızın, travmalarımızın arada havalandırılmaya ihtiyaç duyduğuna dair net ve saf bir inanç var. Bunu da ufak nüanslar haricinde paralel eksiklikler yaşayan ve nihayetinde bambaşka insanlar olarak yontulan iki genç üzerinden yapıyor. Alex bir kaybedenden ziyade tam bağımlı olduğu evine hasret esasında. Tam anlamıyla pes etmenin eşiğinde etrafında olup biten her şeyi kontrol edemeyeceğini öğreniyor bu büyüme faslı sırasında. Dünyasına ansızın giren Maggie de burnu sürtünürken kalenderliğini askıya almak ve hayatından en azından birkaç şeyi/kişiyi umursaması gerektiği gerçeğiyle yüzleşiyor. Görünürde zıt, özünde toyluktan sebep aynı yolun yolcusu iki taraf var yani. En özelliksiz, katarsis doğurduğunu açık etmeyen, ışıltısı az bir yolu tercih etse de Shithouse’un o kaçınılmaz mutsuzluk, gerçek dünyaya ayak uyduramama hâline hakimiyeti çok yüksek. Film bütün artı puanlarını buradan topluyor. Benzer bir deneyimi yaşamamış olsanız dahi, o bocalamayı bir yerinden aşina bulmamak imkansız. Tek eleştirim Cooper Raiff’in proje üzerindeki rolü çok fazla olduğu için öykünün erkek yarısına daha merhametli davranması. Bu uğurda evle olan iletişiminde bağı Alex’e kestirirken bile suçu annesine attığını düşündürttü bana. Üstelik Maggie’de “ters giden” şeyleri işaret ederken kendi suçlarını görmekten de kaçınıyor. Yalnız bunu bir tavıra dönüştürmektense ana karakterinin kendi kaçış sendromuna kodlamış olduğu için cinsiyetçilikle suçlamak absürt olur. Dolayısıyla haddini bilen bir büyüme sancısı diye özetlemek en mantıklısı. Bu genç adamın kariyerinin ilerleyen safhalarında ne yapacağını da çok merak ettim. Filmi ayakta tutan şeylerden biri lokomotif niteliğindeki performansı çünkü. Fiziksel özellikleri sebebiyle Tommy Dewey’e benzetsem de Raiff’in mizahı özgüven eksikliği, karakterimizdeki boşlukların yarattığı anksiyetelerden besleniyor. Kendine acıya acıya yapacağı uzun bir kariyer bizi bekler.