Eleştiri
I Care a Lot
Hollywood’ta feminist hareket mevcut güç dağılımından sebep, bu endüstri var olduğundan beri üstü kapatılan tatsız olaylarla yükselişe geçip, devamında üretim anlamında kayda değer bir gelişmenin yollarını açtı biliyorsunuz ki. Bilhassa pandemi yılında kadın anlatıcıların, hikâyelerinin ve feminizm tanımları konusunda sıkıntılar barındırsa da masaya yeni perspektifler getiren yapımların sayısı çoğunluktaydı. Netflix’in son anda satın alıp 2021 ödül sezonuna yetiştirdiği I Care a Lot da anlatısını aynı rotaya konumlayan o filmlerden bir diğeri. Temel kaygı tabii ki de güçlü kadın karakter yaratma arzusu. Müdanasız, her daim güzel, zeki ve hayattaki hedeflerine ulaşmak için kimseyi tanımayacak kadar hırslı esas hanımefendiyi de, David Fincher yönetiminde benzer ama çok daha iyi yazılıp tasarlanmış Amy Dunne isimli karakteri başarıyla canlandıran Rosamund Pike oynuyor. Burada göz ardı edilemeyecek bir takım ortak noktalar bulunduğu için mukayeselere maruz kalmış bir rol bu. Yalnız aralarında çok net bir fark var: Motivasyon. Amy Dunne, kendi kurgusal mükemmellerine uydurabilmek için baskılarla, belli kalıplar altında yetiştirilmiş bir kadın olduğundan zaten hayata 1-0 mağlup başlamış bir karakterdi. Üstüne yanlış evlilik, yanlış adam ve her hareketinin arkasını bir takım haklı sebeplerle besleyebildiğimiz bir kaderle sınanmıştı. Pike’ın burada üstlendiği rolün salt kötülüğünün, yasal vasilik tezgahı üzerinden kimsesiz ya da savunmasız durumdaki yaşlıların hayatlarını son çeyreğinde tekrardan ters yüz edişinin tek bir açıklaması yok. Yarattığı kahraman (ya da anti kahraman, canı ne demek istiyorsa…) sadece zarar vermek için, eslerinde de elektronik sigarasıyla havaya duman üflemek için nefes alıp veriyor sanki. Filmin akışında seyirciye bu karaktere tutunmak namına tek bir insani özellik ya da özgeçmiş verilmediği gibi, aksine Amerikan rüyasını iyi planlanmış sahtekarlıklarıyla sözde delik deşik eden kadının zarar görmesi, durdurulması ve hatta yok olmasını diletiyor muhattabına. Öyle ki patlama anlarından birinde Pike’ın suratının ortasına yediği yumruğu bile bir rahatlama, lineer musibetliğinin molası olarak kullanıyor. Beni rahatsız eden bir nokta da karşısına düşman olarak biçtiği erkeğe çok da anlaşılabilir, seyircinin kolayca bağ kuracağı bir annesini kurtarma güdüsü verilmesi. Burada da ister istemez yazan kişinin kimliğine gidiyor gözler. Evet, yine bir erkek var karşımızda sayın ahali. Güzel ve zeki kadınların tehlikeli olabileceğinin sinyallerini vererek konuyu çok yanlış anlayan bir erkek hem de. Kabul, Rosamund Pike çok eğlenmiş bu karakteri oynarken. Dianne Wiest de tüm habisliğin ortasından kurtarıp almak istediğimiz anne olarak Let Them All Talk sonrası bir keyifli performans daha sığdırıyor sonuna geldiğimiz sinema yılına. Ancak iki aktrisinin de çabaları, I Care a Lot’ın ekrandan geçirdiği sakat mesajı kamufle etmeye yeterli değil. Burada zaten filme ve senariste özel bir rötuşun da fayda etmeyeceği çok açık. Ataerkil düzen toptan yıkılmadığı müddetçe devam edecek eşitlik mücadelesinin temellerini, sokaktan sanatçıyaa herkese öğretemezsek işimiz zor.