Dizi Eleştirisi
Sezon Sonu Günlükleri: Part I
Oscar sezonu araya girdiği anda bütün dengem şaşıyor benim. Hemen filmlere dönüyor, sinemadan daha çok zevk verdiğini gizleyemediğim televizyona sırtımı çeviriyorum. Ancak pandemi senesinde oluşumuz, TV’nin cılız bir dönem geçirmesi ve sizlerin de her zamankinden daha çok öneriye ihtiyacınız olduğunu bildiğimden geç de olsa biriktirdiğim yapımlarla çene çalacağım birkaç gün boyunca. Her gün izleyip de rafa kaldırdığım beş adet diziyi karalamayı planlıyorum. Hem 17 Haziran’da start alacak Emmy oylaması öncesinde de ufak bir alıştırma turu olur, fena mı? Kim tutabilir televizyonun altın çağını, altın çağdan ölene kadar diyerek yine ve yine sağ ayağımızla girişi yapalım…
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
VENENO (Mini Dizi)
Veneno’yu ballandıra ballandıra konuşup uzun yazmaktı niyetim; ama kısmet burayaymış artık, yargılamayın beni. Her şeyden evvel trans temsiliyetine görsel sanatlar dahilinde katkısı çok bir kültürün içerisinden, problematik yüzeylere ayak basmadan hikâyesini anlatıp İspanya’nın ve LGBTQ+ tarihinin en büyük ikonlarından birini, eşsiz bir televizyon yıldızını taşıyor ekrana. Sıradan bir biyografi diye de geçiştirilmesin, çok rica edeceğim. Dizinin yaratıcıları Javier Ambrossi ve Javier Calvo, hakikat hissini korumak namına alıp bağrımıza sokmak istediğimiz Paca’yı bile bizzat kendisine oynatıp, sevdikleri sinemacılara birer ikişer selam çaktıkları inanılmaz bir kompozisyon çıkarmışlar. Zaten inanılmaz evrensel dili sayesinde bir kalıba ait olmakta zorlanan herkesi sesi olabilecek yetkin diliyle de ekstra kalbimizi çalıyor. Bütün madilikleri, transseksüellikten travestiliğe hatim ettikleri, görsel referansları, göz pınarlarını kurutacak melodramlarıyla başından sonuna MÜT-HİŞ! Hatta olay…
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
SOULMATES (1. Sezon)
Her bölümünde farklı öyküler anlatan antolojik işlerden Soulmates, Black Mirror’ın başımıza sardığı “Teknoloji daha fazla gelişirse insanlık ölür, birbirimizin suratına bakmayız, ne eski aşklar kalır ne eski dostluklar…” tadındaki babaanne zırvasının yeni bir temsili. Yalnız bu mavraları tek bir konsept üzerinden incelemeye alıyor. Yakın bir gelecekte ruh eşimizi bulabildiğimiz bir organizasyon/uygulama çıkarsa ne yaparız gibi bir soruya tutunarak evlilikleri, adı konmamış birliktelikleri, sevilmeye duyduğumuz açlığı ve insanlığımızı vicdana, erdemlere, temel ahlak kodlarına tutunarak incelemeye alıyor. Başarılı birkaç söylemi yok değil. Sarah Snook ile Kingsley Ben-Adir’in açtığı ilk bölümde sorgulayabileceği her şeyi tüketmese devamı da gelirmiş aslında. Yalnız çok daha iyi manevralar yapabilecek queer soslu Bill Skarsgard şovunda ya da You seyircisine hitap eden Betsy Brandt’lı sezon finalinde yorgun düşüyor sanki. Devamı gelmese keşke.
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
INDUSTRY (1. Sezon)
Prömiyerini Lena Dunham yönettiği için gündemime giren ve mesleğim sağolsun bir parçası olduğum finans dünyası ile yeni evim Londra’yı birleştiren Industry için de ne yazık ki çok parlak cümlelerim mevcut değil. Starz’ın her satırı libido kokan yapımlarından hareketle burada da kokain hatlarında arta kalan yerlere bol bol seks motivasyonlu hikâyeler yerleştirilmiş. İş dünyasının, bilhassa kurumsal ayağında, yerle bir edilen sınırların pek farkında olduğuna şüphe yok. Ancak bunları oldukça ucuz bir şekilde servis ediyor Industry. Hayatımın bir senesini trader olarak geçirdiğim için bu toksik ortamı görmek senin sinirlerini yıpratmış bence diyebilirsiniz pekâlâ da kendimizi bağlanmış hissedeceğimiz, empati kurmak isteyeceğimiz ya da hiçbirini yapamasak bile hayatının bir sonraki aşamasında ne olacak merak ettiğimiz bir karakteri yok bu finans veletlerinin. Hani herkes soyunup yarınları düşünmeden birbiriyle sevişse dizinin konusu kalmayacak.
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
A TEACHER (Mini Dizi)
Daha ilk yazıdan çıtayı bu kadar düşürmek pek olmadı ya neyse… A Teacher da her bir zerresinden nefret ede ede sonunu getirdiğim o dizilerden biri oldu. Nasıl dayandığım bile bir sır. Reşit olmayan bir öğrenci ile hem cinsel, hem de romantik birliktelik yaşayan bir öğretmeni konu alıyor bu FX ile Hulu ortaklığı. Yalnız şöyle bir sıkıntımız var, bu ilişkiyi fazlasıyla romantize ediyor! Öyle ki ilk birkaç bölümde dizinin tam olarak ne yapmak istediğini bile çözemiyorsunuz. Nasıl yani, bu “kaçamak”tan zevk mi almamızı istiyorsunuz diyerek bakınmakla yetindim ekrana. Üstüne tüm o toz pembe, böyle sevdalar da vardır diyen hâlini mevzubahis öğretmenin başına yıkarak ikinci yarısını açmaya kalkıştığında da yapmaya çalıştığı hiçbir şeyin samimiyetine inanamadım açıkçası. Oradaki oğlanın travması, öğretmenin kaybettikleri, “alkolik baba” klişesi, baba figürü olmadan büyümüş oğlumuzun kendisinden daha büyüklere duyduğu ilgi öyle sığ, öyle eğreti ki…
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
WANDAVISION (Mini Dizi)
Marvel’ın yaptığı çoğu şeyi umursamamak konusundaki ısrarlarımı sürdürsem de ne üretseler alkışlayan seyircisine mesai yaptıracak yeniliklere kalkışmalarını takdir ediyorum sanırım. Doctor Strange’in kurgudaki oyunları, Thor: Ragnarok’un biçimsel tercihleri, Guardians of the Galaxy’nin bütünüyle komediden nemalanan evreni derken şimdi de Disney’in yeni üye çekme avı WandaVision ile yeni bir kalbur üstü iş daha eklediler kitaplıklarına. Her bölümünde bir başka televizyon efsanesini referans olarak alıp I Love Lucy’den Malcolm in the Middle’a, Modern Family’den The Brady Bunch’a gezinen yapım Marvel Sinema Evreni’nde hangi iki yapım arasına konumlanıyor ve bu niye umurumuzda olmalı inanın bir fikrim yok. Ancak Kathryn Hahn’ın yadsınamaz katkısı, Elizabeth Olsen’a at koşturması için verilen alan ve aksiyondan ziyade salt gerilimle bir hikâye devam ettirebilme kabiliyetini epey sevdim, hatta takdir ettim ben. Yenileri de gelsin, izleriz!
[/two_third_last]
Yarın: Lovecraft Country, Servant, Losing Alice, Shameless ve Close Enough...