Dizi Eleştirisi
Sezon Sonu Günlükleri: Part IV
Sezon Sonu Günlükleri’nde yüksek yüksek notlar verdiğim yapımların ağırlıkta olduğu bir seçki var bugün. Sosyal medyada sıklıklı adlarını andığım yapımlar olduğu için Twitter’da takipleştiklerimize yabancı gelmeyecek diziler. Susuyor, uzatmıyor ve sadede geliyorum:
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
BREEDERS (2. Sezon)
Martin Freeman ve Episodes sayesinde hayatlarımıza girmiş Daisy Haggard’ı buluşturan, geçtiğimiz yılın tatlı sürprizlerinden Breeders harika bir sezon geçirdi. Modern zamanlarda yepisyeni ebeveynler olmanın, bu inişli çıkışlı yolculukta mutluluk kadar öfkeye de yer olduğunun, kimsenin bir günde anne baba olmayı öğrenmediğini vurgulayan yapım azıcık yaşı büyümüş çocuklarıyla yeni bir yola baş koydu bu sefer. Artık çiftimiz kırklarının ilk yarısında yeni yarınlara yelken açmış, hem evlatlarının derdini tasasını sırtında taşıyor hem de on sene sonra nerede olacaklarını anlamaya çalışıyor. Bu da mevcuttaki bütün olayları yeni bir perspektiften görmelerini sağladığı için görünürde ilk sezonla aynı yolda, ama matematiği bambaşka bir seri çıkarmış. Komedi tarafı her daim ağır basmasına karşın bolca gözyaşı sığdırdığım on haftada Martin Freeman’ın da kariyer performansı denilebilecek bir işçilik sunduğunu düşünmekteyim bu arada, bilginize.
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
THIS IS US (5. Sezon)
Her hafta Milo Ventimiglia’nın gözüktüğü sahnelerde şuurumu kaybedecek kadar ağlayayım diye açtığım This Is Us, pandemi sırasında yapılan çoğu dizinin aksine dünyanın yokuş aşağı sürüklenişini ekranlara taşıyarak kendini tazeledi. Her daim bizden, samimi olduğunu kanıtlama ısrarındaki dizinin bunu her ailede mevcut birkaç trajediden rol çalarak yaptığını görüyorduk zaten; fakat kovid fırsatını karakterlerini izole edip kendileriyle yüzleştirerek çok iyi kullandıklarını düşünüyorum. Son bir yıldır tam olarak bunu yapmadık mı hepimiz? Neyi, kimi, nasıl istediğimizi gözden geçirdik. Kendi sınırlarımızla, varlığını unuttuğumuz akıl sağlığımızla tanıştık. Pearsonlar da maaile bu süreci, türlü ek katarsislerin de yardımıyla, aynı dönemeçlerde geçirdi. Randall’ın siyah kimliği üzerine açılan öykü, Kevin’a hediye edilen sürprizli sezon finali, Kate’in geleceği derken şöyle bir silkelendi, üzerindeki ölü toprağını attı canımız This Is Us’ımız.
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
CITY ON A HILL (2. Sezon)
Ben hariç kimsenin izlemediğine emin olduğum City on a Hill, Showtime’ın senaristlerine “Şu sahneyi, hatta şu bölümü tamamen çöpe mi atsak?” demekten çekindiği için vaktimizi harcayan prosedür dramaları kontenjanından bir iş. Kevin Bacon ve sevmelere doyamadığım Aldis Hodge’ı buluşturan ilk sezon yargıdan emniyet güçlerine her şeyin yozlaştığı bir kentte adalet arayışıyla geçmişti. İkinci sezona da kısmen aynı damarlarda gezinen ve tarafları bir kez daha karşı karşıya getirecek yeni ölümler, skandallar, yolsuzluklar sığdırmışlar. Vaaz vermeye bayılan ve bunları çocuk kitaplarındaki didaktiklikle yapan City on a Hill kanadında çok bir değişiklik yok kısacası. Ben Hodge’ımı izleyip, Kevin Bacon’ın kariyerinde bir kez olsun ekonomik oynadığı bir şey izleyebilecek miyiz diye düşünerek getirdim yine finali. Yalnız ilk bölümünden iyi bir film çıkmaz mıydı diye düşünmüyor değilim. Sonra üstüne yedi saatlik bir zırva eklenince gazı kaçtı tabii.
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
MOM (8. Sezon)
Hiç sevmediğim Chuck Lorre’nin bugüne kadar yaptığı tek ve en iyi iş olduğunu iddia etmekten hiç çekinmediğim Mom, Anna Faris’in vedasının hemen ardından yolculuğunu sonlandırdı. Allison Janney’nin şovuna mı dönüşecek derken bütün karakterlerine eşit ekran süreleri ayırmaya karar veren Lorre ile senaryo odası en başından beri yapmaları gereken bir sitcom’a dönüştürmüşler Mom’ı aslında. Pat diye biten ve gerçek bir final olduğunu anlaşılmayan son bölümüne rağmen, seyircisini aynı anda hem güldürüp hem de hüngür şakır ağlatmaktaki uzman dizimiz Jill’inden Marjorie’sine, Tammy’sinden Wendy’sine kilit karakterlerinin hepsine değerli hikâyeler bahşetmiş. Her hafta 20 dakikamı ayırmaktan pek keyif aldığım için yokluğunu arayacağıma şüphe yok. Ama Faris’in yokluğundan sonra dengelerini bulup eriyen materyali de güzelce paketlemeleri sebebiyle çok çene yapmayacağım. Tek dileğim bütün kadronun Emmy’e aday edilmesi. Lütfen artık lütfen!
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
INVINCIBLE (1. Sezon)
The Boys’un görsel efektlere harcanacak paralar düşünüldüğünde yapması mümkün olmayan her şeyin ete kemiğe büründüğü Invincible, 2020/21 sezonun alamet-i farikalarından. Bir çizgi romandan uyarlama yapım, hem orijinal eserin ve çizgi roman bağımlılarının beğenilerine hitap ediyor hem de genel izleyiciye süper kahramanı bol fantastik evrenlerde üç boyutlu karakterlerle motivasyon sahibi kimliklerin konu edilebileceğine kanıtlıyor. Pilot bölümünün final bloğunda yarattığı şok etkisi ve son iki bölüme ayırdığı dev yüzleşmesiyle de yılın gerilim dozu en yüksek projesi diyebiliriz hatta. Kanın gövdeyi götürmesinden bu kadar keyif almayı inanın ben de beklemiyordum. Ama Steven Yeun, J.K. Simmons ve Sandra Oh’lu muhteşem seslendirme kadrosu eşliğinde şu an tüm bu kontrolsüz güç, güç değildir şovunun kölesi olmuş durumdayım. Hem faşizme ve tek adam iktidarlarına açılmış devasa bir bayrak da var farkındaysanız. Daha ne olsun?
[/two_third_last]
Yarın: Mare of Easttown, Too Close, Shrill, Zoey's Extraordinary Playlist ve The Pursuit of Love