Eleştiri
CODA
Prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapıp Jüri Büyük Ödülü, Seyirci Ödülü, Toplu Performans Ödülü ve En İyi Yönetmen heykelciklerini toplayarak hızlı bir başlangıca imza atan CODA, Apple bünyesinde izleyiciyle buluştu. Oscar yarışını yakından takip edenlerin de izleme listelerine erkenden adını yazdırması sebebiyle, bir nevi sezonu da açıyormuşuz gibi hissediyorum bu yazıda. Ancak çok da iç açıcı bir start veremiyorum. İşitme engelli ebeveynleri ve erkek kardeşiyle birlikte mazbut bir hayat süren ana karakterimiz çocukluğundan bu yana evin tercümanı, dış dünyayla bağlarında bir köprü görevi gördüğünden ergenliğin de verdiği ateşle üzerinde çok ağır bir yük taşıdığının farkına varıyor. Müziğe ve şarkı söylemeye beslediği büyük tutkuyu, hoşlandığı oğlanı da bahane ederek, koro çalışmalarına katılıp tasdiklemesiyle birlikte Ruby ismindeki esas kızımızın içinde bir yerlerden gelen çatırdama sesleri ilişiyor kulağımıza. Geçimini balıkçılıkla sağlayan hânelerinde, yaptıkları ticaret de sekteye uğrayınca giderek büyüyen bir sorumluluk yığınının altında eziliyor Ruby. Tüm bunların üstüne onu azat etmeye niyeti olmayan annesi bitmeyen cephelerine bir yenisini daha ekliyor. Özetle, büyüme öyküsünü ilk aşktan, kilometrelerce yol kat edilen bir serüvenden değil, bizzat seçme hakkımızın olmadığı aile üzerinden sağmaya çalışıyor CODA.
Temsiliyetin kadınlar ve siyahlardan öteye geçtiği, başka ırklara mensup kalabalıklara, engellilerin hiç anlatılmayan öykülerine giren ana akım anlatı metotlarına sahip sinemaya da katkıda bulunuyor tabii bunları yaparken. Neredeyse pek çok konuda eksik ve sorumlu tutumunu buradaki perspektiflerle dengeliyor hatta. Ruby’nin elem muamelesi gösterdiği kaderiyle olan anlaşmazlığında daha önce hiç vâkıf olmadığımız içeriden bir göz var, şüphesiz. Bu aileye bakıp acımanızı değil, Ruby’i anlamamızı buyuruyor yönetmen/senarist Sian Heder. “Belki bencil biri ama haksız mı?” diye de sorarak kafanızı daha evvel cevabını aramadığınız sorularla meşgul ediyor. Ancak tüm bu yeni toprakların üzerine inşa ettiği hikâye ve bunun sahneye konuş biçimi bir hayli bayağı.
Karikatürize öğretmeninden müzik odaklı bir yapımı kameraya alma konusundaki acemiliğine kadar bütçe kısıtlamalarına da aşan, oturmamış bir ruh var. Samimiyete bir hayli ihtiyaç duyan yapım, inanç temalı Lifetime filmlerini aratmayan bir formülün içerisinde boğuluyor. Son çeyreğinde seyircisinin duygularına oynayarak istediği gözyaşıyı alıyor almasına, yalnız katarsisleri söz konusu olduğunda tezgahı hep yanlış yere kurmaktan ve bunları akla gelen en basit dramatizasyonlarla sahneye koymaktan asla çekinmiyor CODA. Bu rutin tekrarlandıkça da eli giderek daha da zayıflıyor, ister istemez açtığı yepyeni pencere de değerini yitiriyor. Bir keşif olarak başrolünden bahsedebilmeyi çok istesem de az ve öz ekran süresiyle Oscar ödüllü Marlee Matlin’in tüm sahne arkadaşlarından rol çalması haricinde not edilecek bir becerisi yok. Kalbi doğru yerde, sadece uygulamada yeteri kadar geliştirilmemiş bir fikrin kurbanı olmuş diyerek sezondaki yolculuğuna uğurlayalım bakalım.