Dizi Eleştirisi
Sezon Sonu Günlükleri: Part VIII
Ve nihayet Sezon Sonu Günlükleri’nin de finaline geldik. Salı günü Oscar Boy TV Ödülleri’nin adaylarını açıklayıp 2020/21 televizyon sezonuna topluca veda etmiş olacağım. Hadi şunları da çıkaralım aradan ben fenalık geçirmeden. Koşun koşun…
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
HACKS (1. Sezon)
1989’a yazdıktan sonra biraz cümlelerim değişsin, dizi kafamda daha da otursun diye beklediğim Hacks’i Oscar Boy’da da ağırlamak için. Jean Smart’ın televizyondaki önlenemez yükselişinin bir parçası olan bu projede bu sefer mizahın mutfağına, bir efsane ile kariyerinin henüz başındaki bir yazarın yollarının kesiştiği Las Vegas’a gidiyoruz. Komedinin jenerasyonlar arasında uğradığı değişimi hayata nasıl yaklaştığımız üzerinden de değerlendirmeye alıp, uyanık kültür ile böyle gelmiş böyle gider dediğimiz düzeni harmanlıyor Hacks. Çok da belli etmeden, araya kişisel birkaç öykü sıkıştırarak yapıyor üstelik bunu. Yaş ayrımcılığından seksizme, ana akım medyanın inşa ettiği her türlü kokuşmuş enstitüyü de yıkmaya gayret ediyor çaktırmadan. Her sahnesinde rahmetli Joan Rivers’ı andıran, bıraktığı mirası, bilhassa kadın komedyenler/komedi yazarları için açtığı yolu düşündüren Hacks’in yürekleri dağlamaya niyet etmiş finalini de anmadan geçmeyeyim.
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
THE MOSQUITO COAST (1. Sezon)
Paul Theroux’nun aynı adlı romanından zamanında beyazperdeye de uyarlanan The Mosquito Coast, The Leftovers sonrası pek izleme imkanına erişemediğimiz Justin Theroux’nun (aynı zamanda yazarın yeğeni) başını çektiği bir kadroyla yıllar sonra Apple kitaplığına konuk oldu. Muazzam pilot bölümüyle verdiği vaatleri yerine getiremese de pandemi dahilinde sürükleyici bir şeyler izlemeye, kendi dünyasından kopmaya meyil etmiş bizlere çok iyi geldi açıkçası. Hükümet ve emniyet güçlerinden kaçan, sırrını bilmediğimiz bir ailenin Meksika – ABD arasında geçen var olma, ya da yok olma demeliyizdir bilemiyorum, mücadelesinin bütün katmanları yeteri kadar iyi geliştirilmemiş ne yazık ki. Ancak çocukların da devreye girmesiyle birlikte, bu kaçışın esas sebebini seyircisiyle birlikte birkaç karakterinden de saklayarak ivmeyi düşürmeden finalini görüyor. İkinci sezonunda nereye gideceğini kestiremiyor olsam da umutluyum. En kötü Justin Theroux’umuza doyarız, fena mı?
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
THE HANDMAID’S TALE (4. Sezon)
Margaret Atwood’un ölümsüz eserinden (bu şakayı yapmaya bayılıyorum) uyarlanan The Handmaid’s Tale, Hulu bünyesinde dördüncü sezonunu tamamladı. Son iki sezondur hikâyesini gelmesi gereken yere varmadan evvel dolandırmayı tercih eden senaristler neyse ki bu sefer sarkma yapmayan, sadede meşru yollar döşemiş başarılı bir sezon çıkarmışlar ortaya. İlk yılından bu yana ilk kez duygusal manipülasyonun yerini hakikatli ve karşılığı olan bir öfkenin aldığını görebildik neyse ki. Ana karakterlerini öpüştürmek için 35 bölüm bekleyen yerli dizilerimiz misali, June’un da ateşin üstüne eli uzatmakla kalmayıp üzerinde tepinmesi için dört sene geçmesi gerekti. Üstelik bununla da kalmayıp, nihayet o kurgusal gibi gelen korkunç habitattan kurtarıp kendisini eski normaline asla dönemeyeceğinin de altını çizerek ne var ne yoksa alaşağı etmişler. Elisabeth Moss’a Mad Men’de neden sevdalandığımızı hatırlatan ölçülü bir performans da izledik yıllar sonra, daha ne olsun?
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
MASTER OF NONE (3. Sezon)
İptal uçurumlarının kıyısında ikamet eden Aziz Ansari, bu süreçte erkeklerin ne kadar da berbat olduğunu çeşitli yollardan hatırlatan bir garip projesi Master of None’da sahneyi çalışma arkadaşı Lena Waithe’e bırakmış. Moments in Love ara başlığıyla Netflix’te seyirci karşısına çıkan üçüncü sezon Waithe’in karakteri ile kız arkadaşının arasındaki ilişkinin uzun bir aralığına odaklanıyor. Zirveler olduğu kadar tümseklerin de bir ilişkinin ve bilhassa içerisinde “aşk” kelimesinin geçtiği bağların bir parçası olduğunu hatırlatırcasına queer çiftler üzerinden de bir gözleme girişmişler bu sezonda. Bir lubunya olarak başarılı cümlelere ve hatta eslere rastladığımı itiraf edeyim. Ancak beğendikleri sinemacılara özenerek verdiği referansların Master of None evreninde bir karşılığı olduğundan şüpheliyim. Bunu beş bölümlük bir dizi yerine iki buçuk saatlik bir film olarak izlemeyi tercih ederdim sanırım. Ve Naomie Harris’in karakterini de çok daha yakından tanımayı…
[/two_third_last]