Eleştiri
The Novelist’s Film
Geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilen 72. Berlin Uluslararası Film Festivali’nden Büyük Jüri Ödülü’yle dönmüş The Novelist’s Film, her seneye uzun metrajlı iki adet film sığdıran Güney Koreli yönetmen Hong Sang-soo’nun imzasını taşımakta. Sinemasına mesafeli durmaya özen gösterdiğim Hong, zaten 27. defa kamera arkasına geçtiği için çoktan hitap ettiği kitleyi belirlemiş ve kendi çizdiği sınırların dışında da var olmaktan imtina eden bir yönetmen. Sorgulamaya müsait kararlarla dolu Berlin’i zaferle tamamlamış yeni filminde de aynı yolları aynı hevesle bir kez daha yürüyerek, durgun ve olağana belini bağlamış sinemasına kaldığı yerden devam ediyor. Rastlantılar üzerine kurulu ve başlangıç noktasında biten bir döngüyle tamamladığı The Novelist’s Film, ilhamını kaybetmiş bir romancının uzun süredir görüşmediği genç meslektaşını, çalıştığı kitabevinde ziyaret etmesiyle start alıyor. Ardından geldiği kasabanın mutlaka görülmesi gerektiği iddia edilen kulelerinden birine çıkıp, zamanında romanını uyarlamak üzere harekete geçmiş ama sonuca erememiş bir film yönetmeni ve onun eşiyle karşılaşıyor. Oradan sonra da parkta yaptıkları bir yürüyüş sırasında oyunculuğa ara vermiş genç bir aktrisle yolları kesişiyor. Tüm bunların nihayetinde de hayranlık beslediği aktrisin, eski dostuyla samimi olduğunu öğreniyor, kitabevine geri döndüğümüzde romancının zamanında birlikte içtiği bir şaire de denk geliyoruz.
“Rastlantının böylesi” ifadesini sayısız defa kullandığımız filmin içerisinde Hong Sang-soo yapmak istediğini, kendi cümleleriyle özetliyor esasında. Mevzubahis ana karakterimiz yazma eylemiyle arasına giren kara kediyi kovmak üzere kısa film çekme hayalini harekete geçirdiğinde ona sorulan “Konusu ne olacak?” suallerine bir start noktası haricinde cevap vermiyor ve hayat gibi, hayatın içinden, her şeyin doğal olduğu bir mizansen yaratmak istediğini dile getiriyor. Hong’un kariyerinin başından beri yaptığı her şeyin özeti gibi, The Novelist’s Film de bir fikirle başlayıp sonrasında kendini akışına bırakıyor. Bu sefer nispeten daha entelektüel olduğunu düşündüğümüz bir avuç insanın içerisinde, kibiriyle yolunu açan ve lakırtıya karnı tok bir rehberimiz olması seferin koşullarını değiştirmiş tabii ki. Kelimelerin altında gizlenen anlamları ortaya çıkarıp, yüzleşmeden kaçanları ikiyüzlülükleriyle buluşturuyor romancımız. Hong, taraflı davranıp başkalarının öykülerini anlatmak üzere sorumluluk alanları da iğneliyor hatta bu yolla.
Sorun şu ki; Hong Sang-soo’nun sinemasında bir karakteri önemsememizin gerekliliğini sağlayacak koşullar bir türlü yaratılmıyormuş gibi geliyor bana. Aynı çorbayı daha evvel 26 defa ısıtan bir yönetmen, yine aynı yolla ve üstelik aynı meselelerle kafayı bozmuş bir şekilde tekerrür sanatına hizmet edince daha da karmaşıklaşıyor durum. Sadece filmografisinde değil, The Novelist’s Film özelinde de bu tekrar ekonomisi kendine yer bulmuş üstelik. Cümleler, insanlar, rastlantılar, hepsi yineleniyor. Fakat bunların bağlandığı büyük bir amaç yok ne yazık ki. Hong’u buradan vurmak mümkün mü peki? Hayır. Wes Anderson’a yine mi simetri diye sormak kadar anlamsız bir efor olur bu. Sadece geldiğimiz noktada sinematik evreniyle kurduğunuz ilişkiyi gözden geçirmek bir sonuç verebilir. Bendeki karşılığı da belli: Ucu bucağı olmayan bir boşluk. Varlığını umursamadığım, söyleceklerini merak etmediğim birtakım masalar, insanlar…