Eleştiri
The Blind Man Who Did Not Want to See Titanic
Geçtiğimiz yıl Venedik’in Ufuklar isimli yan bölümünde Halk Ödülü’nü alan, Antalya’daki yarışmadan da erkek oyuncu ödülüyle dönen The Blind Man Who Did Not Want to See Titanic, kendisi küçük tesiri büyük bir Finlandiya filmi. Ülkesinde çektiği kısalar ve televizyona yaptığı işlerle tanınan Teemu Nikki’nin yazıp yönettiği yapım, kör bir adamın perspektifinden gündelik hayatını anlatarak başlıyor. Tekerlekli sandalyeyle hayatını sürdüren ana karakterimiz Jaakko’nun sinemaya olan sevdası, ondan uzakta yaşayan ve tek başına ziyaret edemediği kız arkadaşı, ailesiyle olan ilişkisi seyirciye yavaş yavaş açılmaya başlarken nihayetinde The Blind Man Who Did Not Want to See Titanic, ana karakterinin korkusuzca çıktığı bir yolculuğun etrafında çevreleniyor. Çoğumuz için sıradan sayılacak bir seyahatte hayatının en büyük sınavlarından birini veriyor Jaakko ve istemese de sayısız zorluğa göğüs gerip, yolunun kesiştiği insanların merhametine kaderini teslim ediyor. MS hastası başrolü Petri Poikolainen ile fırsat eşitliğinde endüstrinin geldiği (ya da en azından gelmesi gerektiği) noktayı işaret ederken de daha evvel beyazperde ya da televizyonda benzerine pek rastlamadığımız bir bakış açısından kamerasıyla Jaakko’ya eşlik ediyor.
Teemu Nikki’nin çok yeni, söylenmemişi söyleyen bir senaryoya sahip olmadığı neredeyse kesin. The Blind Man Who Did Not Want to See Titanic, ana karakterinin müşkil durumundan yararlanmak isteyen, yüzünü seçemediğimiz yabancılarıyla, acımasız olduğunu gayet iyi bildiğimiz bugünden sesleniyor ne de olsa seyircisine. Taksicisinden makinistine, biletçisinden aynı kompartmanda seyahat ettiği diğer yolculara kadar kör ve MS hastası olması sebebiyle yardıma ihtiyaç duyan Jaakko’ya acımamızı buyurmuyor ama. Aksine hayatını standart bir şekilde geçirmesine engel pek çok durumun mevcudiyetine karşın tüm aksilikleri muzip tarafıyla göğüsleyen, eskimiş ritüelleri popüler kültüre olan hakimiyetiyle süsleyerek her günü bir şekilde diğerinden farklı kılmayı başaran bir adamın öyküsü anlatılıyor. Her şeye rağmen pozitif olmak için kanat çırpan bir sahtelik de yok ortada. Sadece kabullenmişliğin getirdiği, yeni şartlara boyun eğerken kendinden de vazgeçmeyen birini izliyoruz. Dolayısıyla da o ılık esintisi hiç bitmiyor filmin. Yarını göremeyeceğini düşündüğü bir pazarlığın ortasındayken bile Jaakko, film bir şekilde umutsuzluğa kapılmanıza engel oluyor.
Bütün oyunbazlığını ana karakterinin gördüğü ve duyduğu dünyayla yapan, tekerlekli sandalyede oturan birinin göz hizasına kamerasını sabitleyerek kendine ait dokusunu yaratan bir film ayrıca The Blind Man Who Did Not Want to See Titanic. Jaakko vücudunu taşımayıp yere savrulduğunda, telefonunu bulamayıp sesini takip ettiğinde, yanından geçen gölgelere bir şekilde kimlikler atadığında da seyircinin aynı deneyimi tatmasını sağlıyor böylece. Titanik’i izlememiş olması ve tüm filmin bu espri etrafında tam bir daireyi tamamlayan akışı da izleyicisini fazlasıyla düşünen yapımın bir başka hediyesi. Teemu Nikki, sinemaya duyduğu aşkı hem ana karakterine, hem de reji tercihlerine monte ederek pek kişisel bir film çıkarıyor özetle. tarif etmesi güç değil ama hissiyatı bir başka. Engellilere karşı ayrımcı olmayan kastinginden hitap ettiğiyle mevzubahis edindiğine eşit alaka göstermesine kadar düşünüldüğünde zaten, perdede anlattığından daha büyük bir duygu sineması inşa ettiği iyice anlaşılıyor.