Eleştiri
Fire Island
Henüz tamamladığımız ayın anlam ve önemine uygun yaşamaktan içerik tüketmeye, bunlarla ilgili yazıp çizmeye vakit bulamadım ne yazık ki. Ama Jane Austen’ın Türkçe’ye hem Aşk ve Gurur, hem de Gurur ve Önyargı olarak çevrilen eserinden oldukça serbest bir uyarlama olarak nitelendirilen Fire Island ile nihayet buluşabildim geçtiğimiz günlerde. Stand-up sahnesinden gelen Joel Kim Booster’ın kaleme aldığı yapım, Long Island’ın güney sahil şeridine paralel olarak dizilen meşhur dış bariyer adalarında geçiyor. Popüler kültürün içerisinde kavrulanların pek hakim olduğu, gaylerin uğrak mekanı işlevini gören Fire Island – ne kadar ihtiyaç vardı bilinmez ama – aradığı temsiliyetle buluşuyor bu film sayesinde. Yıldızı Saturday Night Live’la parlayan Bowen Yang, meşhur komedyen Margaret Cho ve simaları tanıdık, isimleri bugüne kadar onlara teslim edilen roller hep küçük olduğu için pek bilinmeyen kuir oyuncuların yer aldığı kastıyla birlikte Fire Island’ın (film) amacı çağdaş gay yaşantısının kapılarını aralayarak, içeriden olana pek tanıdık gelecek, yirmilerin sonlarına/otuzların başlarına dair bir hikâye anlatmak. Kim olduğunu keşfederken gençliğini yaşayamayanlar, kendini mecburen geç biten ergenliğin ve bununla birlikte ifade edilmesi güç bir hususiyet yokluğunun kollarına bırakıyor. Fire Island dahilinde de prototiplere itiraz edilebilecek olsa da, kuir kimlikli her mini kalabalıkta yer alan tiplemelerin karşılıkları, sevilmeye duyulan gereksinimin ortak paydasında buluşarak bir yakın arkadaş/destek grubunda vazifelerini gerçekleştiriyor.
Fire Island’ın ondan beklendiği üzere yarınları düşünmeyen, mevcuttaki bütün bilgi dağarcığını seyircisinin önüne (tabir-i caizse) kusan bir tavrı benimsemeyip, ritimsiz duran bir seyirle hareket alıyor olmasının ardındaki temel sebep Jane Austen’ın kurduğu dünyaya bir şekilde bağlı kalma çabası tabii ki de. Aklında kendisine zevce edinme fikri bulunmayan ana karakterinin karşısına onu sessizce ve derinden etkileyen Mr Darcy’sini koyarken, kız kardeşliği kuir olmaya özel kan bağı gerektirmeyen bir yerden kurup kendi Jane Bennet’ını yaratırken de aklı hep aynı yerde. Evrensel bir seçilmiş aile dinamiği yaratırken ellerini üzerlerinden çekmeyen anneyi, sınıf ayrımının dehlizlerinde yeni duvarlar yaratmayı da ihmal etmiyor tabii ki. Büyük bir incelikle değil belki ama mizahtan hep yardım alarak, karikatürize bir aktrisseksüel isyanı Marisa Tomei’nin bilinemediği bir ev oyununda baş tacı ederek ve tabii sorunun Alicia Vikander bilinirken Tomei’nin unutulmasına sebep olmuş Hollywood’u da suçlayarak. Hep farkında, hep içeride, hep seyirciyle aynı yerde bir yapım Fire Island. Kahkahayı ona değil, onunla atmanız gerektiğinin de bir hayli bilincinde kısacası.
Tabii ki de Matt Rogers’ı geniş kitlelere tanıtır, Bowen Yang’in utanıp sıkılmalarını Austen-izmlere hapseder, Zane Phillips’in insanüstü güzelliğine hayran bırakırken hep kusursuz bir tonda değil. İki dünyayı birleştirme gayreti sırasında özensiz kaldığı yerlere rastlamak mümkün. 21. yüzyılın gay kültürü Jane Austen’ın Bennet familyasının içerisinde bazı bazı sırıttığı gibi, yüksek yüksek yeşil ovalarda daha samimi gelen romantizm Fire Island’a ayak basınca biraz çağ dışı kalıyor, geleneksel fikirlere hapsoluyor sanki. Ama sekse, kimyasal maddelere, her türlü ilişki türüne, yönelime, ikili cinsiyet sistemine başkaldırıya pozitif tavır benimseyerek yeni bir düzleme oturttuğumuz mevcudiyetlerimizi de tam bugünden, daha önce hiçbir filmin/dizinin duramadığı bir yerden gözlemlemeyi de başarıyor. Booster biraz dirsek çürütüp diyalog yazımında doğal olana birkaç adım daha yaklaştığı gün, çıkabilecek modern lubunya klasiklerinin yaratacağı etkiyi tahmin bile edemiyorum.