Dizi Eleştirisi
The Bear (1. Sezon)
11 sezonluk ekran serüvenini 2021’de tamamlayan Shameless’ta Lip olarak tanıdığımız Jeremy Allen White, Britanya orijinli uyarlamanın kadrosundan adını kenara not ettiğimiz isimlerin zirvesinde geliyordu. Neyse ki arada Homecoming’te gözükmek haricinde bir aksiyona kalkışmayan White, çok geçmeden FX – Hulu ortaklığının ürünü The Bear ile televizyona geri döndü. Bo Burnham’ın ilk uzun metrajlısı Eighth Grade’te yapımcı, Ramy ve Dickinson gibi bilinen dizilerde yönetmen olarak çalışmış Christopher Storer’ın üretimi olan bu yapım, Chicago’da bir aile tarafından işletilen İtalyan restoranını mesken ediniyor. Genç ve başarılı bir şef, ağabeyinin intiharının ardından onun küçük işletmesine geri dönerek, kaldığı yerden bayrağı taşıma kararı alıyor. Ancak hem aşçılık dünyasının acımasızlığıyla kavrulduğundan, hem de hasbelkader bugünlere kadar gelmiş işletmenin toparlanmaya ihtiyaç duymasından sebep, geldiği gibi radikal değişikliklerle restoranı tekrardan ayağa kaldırma çabasına girişiyor. Carmy adındaki baş kahramanımız bu sırada tabii ki de yalnızca içindekini yok etmeye ant içmiş mutfağın doğasında sırtına yük bindirmekle yetinmiyor, ağabeyini kaybetmiş olmanın acısıyla da bir şekilde yüzleşmek zorunda kalıyor. Çok yakın tarihte izlediğimiz Boiling Point (2021), işin aile ayağında benzerlik gösterdiği Chef (2014), tüm bunların yanında daha cılız kalan Burnt (2015) gibi örneklerinden daha yüksek tempoda, Safdie Kardeşler’in filmlerini aratmayan bir kaosun ve bitmek bilmeyen aksilikler zincirinin ortasında geçen, Anthony Bourdain hayranlarının da ciğerini cızlatabilecek aşinalıklara gebe bir yapım diye de özetlenebilir The Bear.
HBO’nun tüm hazineyi sezon finaline saklama, Netflix’in sürümden kazanma, Apple’ın yıldız isimlerle çalışma taktiklerinin aksine televizyonun hikâye anlatma sanatı için daha geniş hareket alanı sağlayan bir medyum olduğunu çözmüş, mühim bir kanal bence FX. The Bear da bu çatı altında üretilmiş diğer projeler gibi bütün gücünü, anlattığı insanlara göre şekillenmesinden alıyor. Temponun yüksek olduğuna ve mutfağa giriş yaptığımız andan itibaren anksiyete barajının dev kapılarını açtığına şüphe yok. Ancak bir matematiğe göre işlemekten ziyade, Carmy’nin sınırları işgal edilen o dev ama bir o kadar da küçük dünyasına göre yazıyor defteri. Her karakterin motivasyonlarını ya da geçmişini anlatmaya özen göstermezken bir katarsis beklentisi de yaratmıyor. Yalnızca kargaşadan beslenerek, dünya üzerindeki en zorlu çalışma koşullarında, birbirinden yetenekli bir ekibin sabrını ve psikolojisini teste sokuyor.
Tek mekân disiplinine bağlı kalmasa da o küçücük mutfağı katmanlandırıp kakafoni içerisinde odaklanmak istediğimiz şeyi bizim bulmamızı buyuruyor The Bear, bunların haricinde. Safdieler benzetmesi de bu yüzden. Nefes aldırmayan kurgusunda seyircisine ne hissetmesi gerektiğine dair kurduğu tek bir cümle ya da reji tercihi mevcut değil. Aksine, gelişine bir özensizlikle, kendi içerisinde anlam teşkil eden dev bir senfoni oluşturmuş. Bu kuralsız hâline virgül koyduğu sezon finali de bir o kadar zamanlı. Her şeyin daha güzel olacağına değil de, her şeyin daha büyük bir ölçekte karmaşıklaşacağına sinyal veren, huzuru ne karakterlerine ne de izleyicisine vaat etmeyen bir çıkış. Jeremy Allen White’ın kusur barındırmayan performansına eşlik etmekteki bir mutfak dolusu oyuncusuyla, henüz onayı gelmemiş ikinci sezonu selamlıyor. Bu arada benzer bir “Ya sonra?” etkisiyle seyircisini hipnotize eden Station Eleven’ı kotarmış Hiro Murai’nin, The Bear’da yapım ekibinde yer alması da pek manidar geldi bana. Belli ki kariyeri daha nice keşmekeşle dolacak. Yeteri kadar derdimiz yokmuş gibi hepsini iple çekmek de bizim görevimiz olsun.