Eleştiri
Subtraction
İran Sineması’nın çalışkan ama adı ana akım izleyici tarafından henüz ezberlenmemiş anlatıcılarından Mani Haghighi yazıp yönetmiş Subtraction‘ı. Yağmurun asla dinmediği bir İran’da çocuk sahibi olmak için çabalasa da başarılı olamayan bir çiftin, klonları diyebileceğimiz başka bir çiftle aniden yollarının kesişmesini konu alıyor bu noir soslu gerilim. Taraflardan biri orta-alt sınıfa mensup, her anlamda kapalı ve umutsuzluğa yenik düşmüş bir hayat sürerken, diğer çiftimiz de orta-üst sınıfa dahil hayatlarında mutsuz ancak kısmen özgür sayılacak bir formda günleri deviriyor. Böylesine dünya dışı fiziksel bir benzerliğe açıklama ararken iç hesaplaşmaların farklı alanlardan bambaşka biçimlerde yonttuğu çiftlerimiz ideal gördükleri hayatların, sevdaların, hayallerin farklı bedenlerde vücut bulduğunu görünce de yeni bir çatışma alanı açılıyor. Müzik kullanımının ana kahramanlardan birine dönüştüğü, yağmur sesinin eksik olmadığı bir tekinsizlikle izlemeye koyuluyoruz sonra bu çiftleri. Ne yapacaklarına dair en ufak bir ipucunun verilmediği, bir şekilde özendikleri suretlerinin yarattığı huzursuzlukla açılarak uçuruma doğru sürükleniyor hikâye.
Çok keskin bir söylem yaratma derdinde olan sinemacılardan sayılmaz Haghighi. Umutsuzluğu, nihayete erişmeyen düşler üzerinden yorumlamayı ve duyguların yoğunlukta olduğu bir dil kullanmayı sevenlerden kendisi. Subtraction, ilginçtir o ki his sinemasının yeni bir meyvesi değil. Ancak bir taraftan da hayal kırıklığı kilit kelimelerinden birisi. Teokrasilerde çift kimlikle yaşamaya, kimliğini görünen ve aslolan şeklinde ikiye bölmeye mecbur kalanların elinden tutuyor bu defa. Film tamamen bu fikrin etrafında şekillenmeye çabalıyor. Bunu berrak bir şekilde yapıp yapamadığı tartışmaya açık elbette. Yüzleşmeleri sırasında, bulunduğu coğrafyadan takrire kalkışmaması bir handikap belki. O yüzden eleştirel yaklaşımının üstünü haddinden fazla kapadığı iddia edilebilir, niyeti çok açık ve net olsa da.
Subtraction’ı bir nebze özel kılan elbette, neredeyse bir konsept çalışması olması. Sosyal dramaların anavatanında iyi diyalog yazmak ve dört başı mamur bir melodram kurmak her şeyden evvel geldiği için Haghighi’nin klon-vari ikiliği taze bir nefes, ülke sineması adına. Mesele, fikrini ne kadar donatabildiği ve geliştirebildiğinde. Dine karşı gelmeden, demokrasinin içerisinde kendine yer bulmasının temel hak ve özgürlükleri sınırladığını düşünse de Subtraction’ın içerisinde tam karşılığını bulamıyor bu söylemi. İçine doğduğumuz koşulların hayatlarımızı ve hayal gücümüzü körelttiği gerçeği hep satır aralarına sıkışıyor da bir türlü haykırılamıyor sanki. Bu da ister istemez yalnızca “klon” geriliminden medet umduğu hissinin ortaya çıkmasına yol açıyor. Subtraction müthiş oyuncağı ve abartılı müzik kullanımı olmadan var olamayacak hâle geliyor. Halbuki karakterlerin özündeki öfke keşfedilmeye nasıl da müsait. Yumruk niteliğinde politik bir sinema örneği olmayı istemiyor ama işte. İsim vermeye çekindiği gerilimi seyircisi yorumlasın istiyor anca. Bundandır, iki erkeğin birbirine karıştığı katarsis görevi gören darp meselesini de açmıyor, üstüne yükseklere çıkardığı bir finalle de bütün sorunları çözülür sanıyor ve yalnızca hüsranlara gark oluyor.