Eleştiri
Spider-Man: Across the Spider-Verse
Pixar’ın tekrara girdiği, Studio Ghibli’nin Miyazaki olmadan ses getiremediği günlerde animasyonların imdadına yetişmiş, ödülden ödüle koşarak süper kahraman/çizgi roman uyarlamalarına hem biçim hem de içerik açısından taze bir soluk getirmiş Spider-Man (bilmem kaçıncı) serisi, beyazperdedeki macerasına devam ediyor. 2018’de tanıştığımız yeni nesil Örümcek Adam Miles Morales, doku olarak da uyarlandığı ana materyalin ruhunu koruyan bu seriyle yeni bir alan da açtı tabii ki meşhur karaktere. Film, hep Peter Parker’ın giydiğini sandığımız kostümü önce Brooklyn’den bir Afro-Latina’ya teslim etti, ardından da paralel evrenlerdeki diğer Örümcek şahıslarla tanıştırıp bize yeni gerçekliklerin kapılarını açtı. Ticari ve eleştirel anlamda elde ettiği başarıyla animasyon alanında bir mihenk taşı denilebilecek Spider-Verse evreninin ikinci ayağı, bıraktığımız noktadan bir sene sonrasında başlıyor. Büyüyüp serpilmiş Miles da, yalnızlığın acısını derinden yaşayan Gwen Stacy de aileyle çatışılan, büyüme sancılarının en derinden hissedildiği yaşlara gelmiş artık. Miles daha mikro bir süper kahraman hayatı sürerken, Gwen’in yolları ise evrenler arası iletişimi sağlayan, ortak kadere boyun eğilmesi için mücadele veren bir paralel örümcekler çetesiyle kesişiyor. Marvel evreninin tamamen bu konsept üzerine kurulan filmleri olduğu için Spider-Man: Across the Spider-Verse‘ün masaya yeni bir şey getiremeyeceğini iddia etmek mümkün yaşam alanı üzerinden. Ancak Spider-Man’e beyaz harici bir kimliği yakıştıramayanların yarattığı anlamsız uğultunun da farkındalığıyla çok yeni bir soru soruyor: Miles’ın tesadüf eseri edindiği vasıf ne kadar hak edilmiş?
Meselesiz meseleliliğin son sürümü bana kalırsa Spider-Man: Across the Spider-Verse. Vücudunu geliştirmek isterken olduğundan 10 yaş büyük gösteren Tom Holland’ın liseli oğlan zırlamalarından aşina olduğumuz, o yaşa has birey olma kaygıları ve elbette bütün ağını tek bir büyük macera/kapışma etrafına örmüş olmanın dezavantajları her adımda hissediliyor. Nihayetinde ticari bir başarı vaadine boy eğmek mecburiyetinde, devasa bir stüdyodan çıkmış bir iş bu. Ancak iki büyük faktör var bence bu filmi diğerlerinden ayıran. İlki tabii ki de kullandığı animasyon stili. Seyirci canlısı olmayı umursamadığı gibi, başlangıçta izleyicisini de perdeden koparacak kadar büyük bir karanlığa gömülmüşler bu defa. Canlı renklerle ilgiyi ayakta tutma amacı sıfıra inmiş. Kuşe kağıttan çizgi roman okuma hissinin iyice baskın hissettirdiği, hem nostaljik hem de avant-garde bir geçit.
İkincisi ise dillendirmeye cüret ettiği soru. Fırsat eşitliğinin her alanda, ama en çok da görsel medyada temsiliyetin ehemmiyetini bilenler tarafından önemli bir hedefe dönüşmesinin ardından, insanlığın varoluşundan beri bütün koltukları kendine ait görenlerin suyu ısınmaya başladı. Siyah Örümcek Adam, kadın Hayalet Avcıları, beyazların baskın olmadığı Yüzüklerin Efendisi… Avamın tartışmaları da dolaylı yoldan Across the Spider-Verse’de yer bulmuş. Filmin bütün kovalamacasının nihayetinde vardığı noktada şu söyleniyor aslında: Evet, siz bembeyaz bir tarih yazmışsınız. Üzerinizdeki kara lekelerin acısını da başkalarından çıkarıyorsunuz. Kayıplarınız, travmalarınız ortak olduğu için sizden başka bir varoluşa inanmakta güçlük çekiyorsunuz. Ama biz de varız. O fırsat bize verildiğinde de en doğru şekilde kullanmaktan geri kalmayacağız. Miles sadece bir ceket, kurmaca bir çizgi roman karakteri. Fakat arkasında temsil ettiği devasa bir kalabalık var. Sizin yürüdüğünüz yoldan yürümek zorunda da değiliz. Miles da su yolunu bulduğunda onu yok etmek isteyenlere bununla karşılık veriyor: Ben, kendi kaderimi kendim yazarım. Size hiç ihtiyacım yok.
İlk filmin bana heyecan vermeyen evren kurma çabasının ardından Across the Spider-Verse’in daha başka yerlere dokunması sebebiyle çok memnun ettiğini söyleyebilirim. Daniel Kaluuya’nın seslendirdiği Spider-Punk’ı ve Oscar Isaac’in Spider-Man 2099’u için de ayrı ayrı filmler istiyorum. Yalnız bir dizi bölümü gibi bitmesini kabullenmem söz konusu değil. Finale saklanan paralel evren kargaşası anında sonlanmak, “arkası yarın” kapanışından çok daha fazlasını ifade ederdi muhtemelen. Ağzımıza çaldığı bir parmak balın tadını da bu kadar hızlı unutmazdık diye düşünüyorum.