Eleştiri
Öğretmenler Odası – Das Lehrerzimmer
Prömiyerini 73. Berlin Uluslararası Film Festivali’nin Panorama bölümünde yapan ve geçtiğimiz ay da 96. Akademi Ödülleri’nin En İyi Uluslararası Film kategorisinde Almanya’yı temsil edeceği duyurulan Öğretmenler Odası (Das Lehrerzimmer), güz festivallerinin en güzel sürprizlerinden biri oldu. 2015 yılında Akademi’den Öğrenci Oscar’ı alan İlker Çatak’ın yönettiği ve Johannes Duncker ile senaryosunu kaleme aldığı yapım, idealist bir öğretmenin etrafında dönüyor. Okulda yaşanan hırsızlık olayları sırasında öğrencilerinden biri suçlanan Carla, kendi yöntemleriyle meselenin derinine inmeye karar veriyor. Ancak hırsızı bulmaya çalışırken işler düşündüğü kadar basit bir şekilde çözüme ulaşmıyor. İzinsiz bir şekilde kayıt altına aldığı öğretmenler odasının sakinleri, hırsızlıkla suçlanan okul çalışanı ve Carla’nın sınıfında okuyan oğlunun isyanı, tüm bunlara sessiz kalmamayı tercih eden öğrencilerin okul gazetesinin yardımıyla olaylara müdahil oluşu taraflar arasındaki kontrastı daha da netleştiriyor ve ideallerine sıkı sıkıya bağlı Carla’yı da zorlu bir görevin baş kahramanı hâline getiriyor. Yalnız senarist ikili Çatak ile Duncker’in esas derdi okul bahçesinden çok daha büyük. Köklü demokrasilerin sözde eşitlik, tarafsızlık ve işlerine gelince devreye sokulan toleranssızlığını minicik bir meseleyi dallanıp budaklandırarak neredeyse gerilim filmlerini andıran bir düzenekte eleştiriyorlar.
Saat gibi işleyen senaryosuyla ahlak ve vicdanın da tıpkı İran filmlerinde olduğu gibi görünmez kahramanlara dönüştüğü incelikli bir hikâye tasarlanmış Öğretmenler Odası’nda. Küçücük çocukların erken yaşta sırf kendilerinden farklı olana uyguladıkları zorbalığın yol açtığı, koca koca öğretmenlerin fazla parayı cüzdanında taşımasına şaşırarak çanak tuttuğu bir suçlamayla açılıyor perde. Türk öğrenci Ali’nin alttan alta ırkçı bir tonla sürüden ayrılıp kenara çekilmesi, ailesinin okula çağrılmasıyla küçük yaşta kurumsal ve bir o kadar da karamsar güçle tanışmamızı hatırlıyoruz önce. Adaletsizliğin kol gezdiği çağdaş dünyanın arada kalanları için de bir resmî geçit başlıyor filmde böylece. Öğrencilerini belli kurallar dahilinde ve onlara yetişkinmiş gibi davranarak eğitmeye çalışan Carla, Marvin Miller’ın bütün o gerilime nefes olan besteleri eşliğinde köşeye sıkıştırılıyor ve kontrolü kaybediyor. Rıza almadan çektiği videoyu kanıt göstererek suçladığı Bayan Kuhn’un başkaldırısı da dalga dalga geri dönüyor. Maşa olarak kullandığı oğlu arkadaşlarını öğretmenine karşı kışkırtıyor, Carla’nın en büyük başarısı olan sınıftaki iktidarını kırarken veli toplantısında da ebeveynleri zehirliyor.
Kırılgan ve sorgulamaya müsait demokratik yapıların seçici hak gözetme ritüellerine dair bir gözlem olarak özetlenebilir Çatak’ın muhtemelen Oscar’a aday olacak filmi. İlham veren öğretmen filmlerinin vazgeçilmezi tabii ki de iktidarları, aletlerini ve mevcut politikalarını eleştirmek. Ancak buradaki öykünün işleniş biçimi, okul bahçesinde sosyalizmin ilk harfini öğreten olaylar zinciri, katmanlı ve evrensel bir müşahedenin de kapılarını aralıyor. Çoğu zaman genellemelere dahil edilmeyen çocukların, o genellemede yer işgal eden şahıslar, kısacası toplumun ta kendisi tarafından büyütüldüğünün de bilinciyle okulda kurulmuş bir sosyal deney bu. Bununla birlikte tarafını tutmaktan kendimizi alıkoyamadığımız etik sahibi öğretmen Carla’nın da ağzından duyduğumuz üzere hırsızın kim olduğunu değil hırsızlığı mesele ediniyor Öğretmenler Odası, ki filmi değerli yapan da tam olarak bu. Dolayısıyla suçu kimin işlediğiyle de kati surette ilgilenmiyor ve seyircisini de şüphe dolu sorgulamalara dahil etmesine karşın bir cevapla uğurlamıyor.
Tüm bunlara ek olarak okul gazetesinin de bu iyi tasarlanmış yapımda ehemmiyet teşkil ettiğini eklemem şart. Durduğu yerden hep öğrencileri desteklediğini düşündüğümüz ana karakterin de kabuğunu kırıyor gazeteyle yaptığı röportajın yayınlanması. İktidarın işleyişini sekteye uğratmayacak, sansüre kaçan karşı çıkışıyla birlikte güvendiğimiz alanların bile bu kök salmış yapılar tarafından kirletilebileceğini işaret ediyor Çatak. Buradaki dengeyi de final karesinde ana karakterinin durduğu tarafla sağlıyor. Müthiş yetenek Leonie Benesch’in olağanüstü performansıyla orkestra şefi edasıyla yönettiği dev senfonide kusursuz rejinin, tıkır tıkır işleyen kurgunun, tek bir zayıf halka barındırmayan çocuk oyuncularının da payı büyük elbette. Vizyona uğradığında ana akım tercihleri hiç mi hiç rahatsız etmeyen yapımı izleyip var olan düzene bir kez daha öfkelenmek, filmin götürdüğü yerlerde gezinmek artık sizin elinizde.